Selim Şahan

Mülteci ve köle!

Selim Şahan


Eski Mezopotamya coğrafyası karışık…
Mezopotamya, ABD’ye göre Orta Doğu bölgesinde kalan Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki bölgeye verilen ad.
Kaynaklara göre, iki nehir arasındaki bölgeyi ifade eden ‘Mezopotamya’ teriminin kökleri eski Yunanca’ya kadar gitmektedir. Kaynaklar, 'orta' anlamına gelen ‘mesos’ ve 'nehir' anlamına gelen ‘potamos’ kelimelerinden türetilmiştir diyor.
Anadolu da ‘doğu ülkesi’ demektir. Kime göre doğu, tabii ki eski iyon (yunan) uygarlığına göre. Ana ve dolu kelimeleri ile uzaktan yakından ilgili değildir.
Mezopotamya günümüzde bizim Güneydoğu Anadolu Bölgemiz, Irak ve Suriye’nin kuzeyi ile güneybatı İran topraklarından oluşuyor.
Büyük bölümü bugünkü Irak'ın sınırları içinde kalan bölgenin, tarihte birçok medeniyetin beşiği olduğu söyleniyor.
Kimler gelmiş kimler geçmiş… En son bu topraklar üstünde yaşayan toplulukların ana gövdesini; Araplar, Kürtler ve Türkler oluşturmaktadır. 
İnanç bakımından da kimler gelmiş kimler gitmiş… 
Mezopotamya dini, yaklaşık olarak MÖ 400'lerde yok olmasına rağmen modern dünyada birçok dini inanç bakımından Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam inançları ağırlık basar. Mezhepleri saymıyorum…
Gılgamış destanına göre Tevrat ve sonra ortaya çıkan dini kitaplardaki hikâyelerinin ana kaynağı Mezopotamya mitolojisidir. Özellikle Türk destanlarında da yer alan yaratılış mitolojisi, Aden bahçesi, büyük tufan, Babil kulesi, Nemrut gibi figürler bu konuda en net örnekleri oluşturur. 
Bir coğrafyada hangi ulusların yaşadığına bakmak için yer adlarına ve mezar taşlarına bakmanız gerekir. Ve bu konuda en önemli kaynaklar dil ürünleridir.
Dil, egemenliğin simgesidir. Osmanlı imparatorluğu yüzyıllar boyunda bu coğrafyada hüküm sürmüştür ama Türkçe bu ülkelerin hakim dili olamamıştır.
Topluluklar ulus bilincinin kökleşmesi için dillerine sıkı sıkıya bağlanmışlardır.
Uzatmadan, günümüze geldiğimizde Orta Asya’dan Anadolu’ya taşınan Türkçe’nin yeterince sahiplenilmediğini düşünüyorum. Bu durumun elbette farklı nedenleri var. 
Anadolu Türkçesi, dört bir yandan baskı altındadır. Önce Arapça ve Farsça’nın etkisi ve baskısı altına girmiş, daha sonra da İngilizce ve Fransızca’nın.
Özelikle sanat dilinde…
Kuratör, workshop, portfolyo, atölye, İnteraktif, proje, performans…
Örnekleri çoğaltabiliriz…
Konuşma ve yazma dilimizde yabancı kelimeleri tercih etmek kendimize yaptığımız en büyük düşmanlıktır.
Atölye, ‘işlik’ demektir. Kuratör, ‘düzenleyici’ demektir. Atölye anlamında kullanılan workshop, bir anlamda iş gösterisi demektir. 
Proje, 'tasarım' demektir.
Türkçe, yeni kelimeler yapmak için işlek bir dildir.
Fakat, yeni kelime deyince kimilerinin aklına ‘uydurukça’ gelmektedir. Oysa dil zaten uydurmadır. Kelimeler hiçbir zaman tasarlanarak ortaya çıkmamıştır. Biri uydurmuş, böylece kullanımı yaygınlaşmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Arapça ve Farsça’yı İslamiyet sanan kimi tutucular, Türkçe’ye karşı cephe almışlar ve dinin Türkçe öğrenilemeyeceğini iddia etmişlerdir. 
Oysa ‘mantık’ basittir. Herşeyi yaratan Allah bütün dilleri ve bu dillerde yapılan duaları da bilir…
Peki neden Türkçe’de ısrar? Çünkü emperyalizme karşı ulusal bir kültür yaratmanın yolu kendi öz kültürüne ve diline sahip çıkmaktan geçer.Çünkü anlam, insan beyine, en güzel kendi dili ile yerine oturur…
Yazının sonuna doğru bir saptama yapayım: Bugün ABD ve onun dili İngilizce tüm dünyaya egemen olmaya başladı. Öylesine ki Gazze konusunda dile getirilenleri duydunuz: “Ev halkı dağılsın biz orayı turizm bölgesi yapacağız” diyorlar.
Araplar, Kürtler ve Türkler birbirlerini yok saymadan coğrafyasına sahip çıkamaz, ırk ve mezhep savaşları içinde boğulup giderse elin Amerikalısı gelir, seni ve senin çocuklarını kendi ülkende mülteci ve köle yapar…

Yazarın Diğer Yazıları