Lale Devri ve Patrona Halil!
Selim Şahan
1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması, Osmanlı Devleti için Gerileme Dönemi’nin başlangıcı sayılır.
Nedenleri hakkında çok sayıda yazı ve değerlendirme vardır ama aklımızda kalan bilgilere göre en önemli nedenleri arasında şunlar yer alır:
Devlet işlerinde yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olmadan şehzadelerin devletin başına geçmesi… Hatta küçük yaşlarda devlet başkanı yapılması…
Önemli makamların liyakata bakılmadan rüşvet ve iltimas yoluyla dağıtılması…
Coğrafi keşiflerin etkisiyle ticaret yollarının yön değiştirmesi ve gümrük gelirlerinin büyük ölçüde azalması…
Vergilerin yükseltilmesi üzerine köylerde yaşayan insanların vergilerini ödeyemeyerek tarımsal üretimi bırakmaları…
Saray masraflarının artması…
Tüm Anadolu’ya yayılan Celali isyanları da bu gibi nedenlerden dolayı çıkmıştır…
Eğitim sisteminin temelini oluşturan medreselerin çağın gerisinde kalması ve Avrupa'da eğitim alanında meydana gelen yeniliklerin takip edilmemesi…
Lise yıllarından aklımızda kalan bilgilere göre, coğrafi keşiflerle zenginleşen ve ekonomilerini güçlendiren Avrupa devletleri, Rönesans ve Reform hareketleriyle düşünce ve bilim hayatında önemli atılımlar yapmıştır. Osmanlı İmparatorluğu Avrupa'daki teknolojik ve bilimsel gelişmelere ayak uyduramamış, Avrupa'nın çok gerisinde kalmıştır.
Lale Devri, Osmanlı tarihinin bir zevk, eğlence, barış, yenileşme ve sivil reform döneminin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.
Nevşehirli Damat İbrâhim Paşa’nın uzun başbakanlığı yıllarını içine alan ve 1730’da Patrona Halil İsyanı ile sona eren bu dönem aynı zamanda Batı ile siyasî, ekonomik ve kültürel ilişkilerin geliştirildiği zaman dilimini ifade eder.
Özetle Lale Devri denildiğinde hem olumsuz gidişattan sıyrılma, yani batıyı öğrenme ve yenileşme hem de üst düzey saray yöneticilerinin zevk ve safa içinde yaşamaları akla gelir.
Örneğin Osmanlı’ya 200 yıl geç geldiği söylenen matbaa 1727’de kurulabilmiştir.
Matbaa ile ilgili gelişmelere ve iddialara burada girmeyeceğim…
Lale, bu dönemde yapılan eğlence ve şenliklerin sembolü olmuştur.
Kaynakların yazdığına göre Hânedan mensuplarının sünnet ve evlilik düğünleri bile günlerce, hatta haftalarca sürermiş…
Osmanlı tarihi kaynakları bu zevk ve safa döneminde sarayın da etkisiyle ahlâk, yaşayış ve âdetlerde değişmeler başladığını ve lüks tüketimin arttığını belirtir.
Dönemin Divan şairi Nedîm, Lâle Devri’nin özellikle eğlenceye bakan safhasını şiirlerinde en iye yansıtan sanatçıdır.
“Bu şehr-i Sitanbul ki bi misl ü behâdır / Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedâdır”
Ve beklenen son…
Sarayın ölçüsüz masrafları, geleneklerden kopma, sadrazam tarafından konulan aşırı vergiler halkın büyük çoğunluğunun tepkilerini çekmeye başladı.
Merkezdeki hoşnutsuzluğa taşradaki asayişsizlik sonucu İstanbul’a yönelik göçler, artan işsizlik ve esnafın karşılaştığı zorluklar da eklenmişti. Önemli devlet mevkilerine sadrazam ve şeyhülislâm yakınlarının getirilerek bazı kişilerin önlerinin tıkanması içten içe iktidar kavgalarına yol açmaktaydı. Özellikle sadrazamın, akrabalarından oluşan bir ekip kurmuş olması ve bunların önemli görevlere getirilmesi en çok tepki çeken konuyu oluşturuyordu.
Ve halkın içinden çıkan "Patrona" (koramiral) lakabı ile tanınan hamam tellalı Arnavut Halil, “Bu düzen böyle devam etmez!” diyerek baş kaldırdı.
Patrona Halil; yardımcıları Muslu Beşe ve Emir Ali ve kolbaşı kurmaylar olarak Ali Usta, Karayılan, Çınar Ahmed, Oduncu Ahmed, Derviş Mehmed, Erzurumlu Mehmed, Küçük Muslu, Kutucu Halil adlarında daha çok ‘zorba’ olarak adları çıkmış halk içinden çıkan isyancılar koca imparatorluğa başkaldırdılar. Sopalara bağladıkları bez parçaları ile bayrak açıp şeriat için herkesin bayrak altına gelmesini isteyerek, üç koldan şehirde yürüyüşe geçtiler.
Şeriatçı bir ayaklanma olarak bilinir ama ayaktakımının da isyanıdır bu.
Ayaklanma günlerce sürdü, idamlar ve yağmalar İstanbul’u kasıp kavurdu.
Sadrazam İbrahim Paşa, idam edildi.
İdam edilenlerin cesetleri öküz arabaları içinde saraydan çıkartılıp isyancılara verildi. İsyancılar cesetleri İstanbul sokaklarında sürükleyip herkese gösterdiler.
Ve 1 ay sonra toplantı bahanesi ile pusuya düşürülen Patrona Halil ve arkadaşları bir baskınla öldürüldüler. Dışarıda bekleyen muhafızlar ise birer ikişer ayrı ayrı idam edildiler. Enderun avlusu ve Sofayi Hümayun bir savaş meydanına döndü. Patrona, erkanı ve muhafızlarının kelleleri ve cesetleri Saray'dan arabalarla çıkarılınca isyancı kalabalıkları da hemen dağıtıldı.
Binlerce insan idam edildi.
Hani yakarsa dünyayı garipler yakar demişler ya!
Baldırı çıplak ve deli bozuklar da zevk ve safa karşısında daha fazla dayanamayıp, zincirlerimizden başka kaybedecek neyimiz var ki demişler…
Bu bir hikâye ve masal değildir.
İnanmayan Lise’nin efsane tarih öğretmeni Mehmet Özcan’a sorabilir.
Kimi sabahları Kent Kafe’de oturur sohbet ederiz…