Demlenmek üstüne
Selim Şahan
Herkes çay demlediğini sanır ama demlenen her çay aynı tatta olmaz. Ben de bilmiyordum; ÖSEM’in, Umut Tiyatrosu’nda düzenlediği bir söyleşiye konuşmacı olarak katılan doğal tıp uzmanı Şaduman Karaca, çayın veya diğer bitkilerin, kaynar su ile demlenmemesi gerektiğini söylemişti. Karaca, “Eğer çayı kaynar suda demlerseniz, içindeki etken maddeyi uçurursunuz" demişti. Çay an fazla 80 derecelik su ile demlenmeli, mümkünse bitkinin etken maddesi uçurulmamalı idi.
Yeme-içme kültürü, toplumda kolay oluşmaz. Onlarca, yüzlerce hatta binlerce kez yapılan yemeklerin ardından oluşan bir pişirme kültüründen söz ediyorum.
Yemeğin içine konulan malzemelerin miktarı ile bunların pişirilme zamanı öyle sanıldığı gibi birkaç pişirmenin ardından öğrenilmez. Eskiler, 'pilav yapmasını öğrenen biri, diğer yemekleri de yapabilir' derler. Ne derece doğrudur bilemem ama ben bekarken bulaşıkçı idim. Birlikte kaldığımız arkadaşlarım yemekleri yaparlar, yerler ve benim doyacağım kadarını da bırakarak oturma odasına çekilirlerdi. Ben eve geldiğimde bana yetecek kadar yemek ve bulaşık dağı ile karşılaşırdım.
Ama ben bundan gocunmazdım. Çünkü bekarken de yemek yapacak zamanım olmazdı ve evde hazır yemek varsa bayılırdım. Bulaşığı da sıcak suyla 10-15 dakikada halleder, toplam yarım saat sonra ben de arkadaşların yanında olurdum. Onlar razı ben razı… Ayrıca bulaşık yıkamak insanın kafasını dağıtır, dinlendirir. Daha ne!
Yemek yapmak için malzeme tedarik etmek ve en az iki saat önceden eve gitmek gerekirdi. Ben bekarken de gazeteler, dergiler ve sendika yöneticiliği gibi kimilerine göre 'boş' işlerle uğraştım.
Uzatmayalım, bu kadar giriş yeter.
Rahmetli Erdal amca yazsaydı, ‘bu mukaddimeden sonra gelelim sadete’ derdi.
Biliyorsunuz, bir süredir günlük yazmaya başladım. Yazdıkça yazma işini kolaylaştırmaya başladım. Erdal abi el mi verdi ne! Bu iş biraz antrenman yapmak gibi bir şey.
Eğer her sabah yürüyorsanız, benim gibiler de her akşam yazmak istiyor. Artık rutinleşiyor.
Bir yazı belki yarım saatte yazılıyor ama bir de bunun ön hazırlığı var.
Son günlerde çok sayıda kişiden ‘şu yazını okudum çok beğendim’ iltifatları almaya başladım.
Demek ki her gün yazınca daha çok ilgi görmeye başladım.
Geçenlerde, öğrencisi olmadım ama eski liselilerin Japon dedikleri emekli tarih ve eski vekil Mehmet Özcan’dan da benzer bir övgü aldım. Gerçi sevgili hocam beni her zaman okuyor ve destekliyor ama bu kez ‘Her gün yazıyorsun ama kendini tekrar etmiyorsun’ dedi.
Bu övgü her insan gibi beni de fazlasıyla mutlu etti. Sadece vekilimiz mi? Eşi Fatma hanım da benim devamlı okuyucularımdandır. Her karşılaştığımızda, mutlaka okuduğunu söyler, beni tebrik eder. Şimdi okurken gülümsediklerini hissediyorum. Sağolsunlar… Mehmet Özcan gibi, naif öğretmenlere, avukatlara ve vekillere çok ihtiyacımız var. Artık türlerinin benzerleri kalmadı...
Ama gelin görün ki aslında bir yazı öyle yarım saatte falan oluşmuyor.
Okuduğunuz bu yazı kendiliğinden ortaya çıktı ama her yazının bir ön hazırlığı oluyor. Yani öyle ‘ben demledim için bakalım’ diyemiyorum. Kaliteli su, kaliteli çay, kaliteli bir demlik ve kaliteli bir demleme zamanı lazım.
Bazen gün boyunca kafama bir konu takılır ve ben onu nasıl işleyeceğimi düşünürüm. Bilen arkadaşlar, ‘kafanda yine tilkiler var; beni dinlemiyorsun’ derler.
Bazı yazılarımı kendim de çok beğenirim. Kendi kendime ‘Hakikaten bu yazı iyi demlenmiş bir çay gibi oldu’ derim.
Bazı arkadaşlar da doğal olarak ‘şu konuyu yazsana’ deyip fikir verirler. Ama kabul edelim ki bir yemeği yapabilmek için o yemeğin yapılışını bilmemiz gerekir. Bunun yanı sıra yemeği yiyecek olanların midesini de düşünmemiz lazım.
Kimi yemekler bazılarına hazımsızlık verebilir. Bunun dengesini çok iyi ayarlamak gerekir ki yiyenler ‘hımmm’ desinler. Doğruyu da söylemek gerekir ki kimi yazılarım hazımsızlık yaratabiliyor.
Ama herkesin midesi bir değil ki!
Her mideye göre yemek yapma becerisi uzun zaman ister.
Köylerde düğüncü kadınlar vardır. Bu düğüncü teyzeler düğünün sahibine ve gelenine göre kazanlar içinde yemeklerini pişirirler. Kararını bilirler.
Kısacası dostlar; yemek yapmak, yetenek ister, bilgi ister, tecrübe ister…
Benim daha iyi yemek pişirebilmem için hem daha çok zamana hem de bilgiye ihtiyacım var. Karınca kararınca, kendi sınırlarım içinde beğendiğiniz yazılar yazabiliyorsam ne mutlu bana.
Şimdi yazarlık yapıyorum ama şu Ödemiş çukurunda 19 yıl gazetecilik yaptım. Eskiler, “Biz 40 kişiyiz 40’ımız da birbirimizi tanırız” derler ya. Kimler geldi kimler geçti! Neler yazıp çizdiler. Arşivler duruyor. Dostluklar da kazandım düşmanlık da…
Ama Ödemiş’in kaliteli bir gazeteye ve kaliteli yazarlarla, muhabirlere ihtiyacı olduğuna hep inandım. Para kazanmayı ikinci plana atarak, iyi bir yerel gazete için üstüme düşeni yapmaya çalıştım. Bu çerçevede küsmeleri bir yana rahmetli başyazarımızdan öğrendiklerim oldu. Tabii ki onun da bizden… Hastanede yattığı son günlerinde bile yazı yazamayacağı için üzüntü duyduğunu anladım.
Yazmak galiba biraz hastalık gibi bir şey. Ama tatlı mı acı mı ona da siz karar verin…
Demlenmeye devam…
Not: Bu yazı 16 Ocak 2018 tarihli Küçükmenderes Gazetesi’nde yayınlanmıştır.