YAZABİLDİKLERİM

Yazabildiğimiz sürece varız biz yazanlar. Ve yazdıklarımız bizim belleğimiz. Yazılarımızın kaybolması bellek yitimi demek bizim için....

Yazabildiğimiz sürece varız biz yazanlar. Ve yazdıklarımız bizim belleğimiz. Yazılarımızın kaybolması bellek yitimi demek bizim için. Böyle bir durum yaşadım yakında ve fark ettim ki yazabilmiş olduklarım benim için değerli. Onların her birinin yazıldığı zamana dair imleri üzerinde taşıyor olması, aynı duyguyu yeniden yaşayamayacağım için yeniden yazılması mümkün değil. Hani “Aynı ırmakta bir kez yüzülürmüş” misali. Aynı duyguyu yeniden yakalamak mümkün değil. Aynı duyguyu yakalasak bile biz aynı değiliz. Hislerimiz zamanla birlikte değişiyor ve zamanın getirdikleri ile durumu dile getirişimiz de değişiyor. Aynı cümleler, aynı sözcükler, aynı duyguyu ifade edemiyor. Zaten aynılarını kullanmamız da mümkün olmuyor. Her zaman diliminin, her yaşın, her anın tadı farklı, hissettirdikleri farklı zira…

Her gün yaşadıklarımızla birlikte algılarımız da değişiyor. Farklılaşıyor yaşama ve insana bakışımız. Yaşadığımız acılar bizi olgunlaştırıyor. Tanıdığımız insanlar yaşama dair bir şeyler katıyor bize, zenginleştiriyor bizi ya da enerjimizi çalıyor bizden ve onlar sayesinde temkinli olmanın önemi anlıyoruz.

Çocuklara, gençlere bakışımız bile değişiyor yaşımızla birlikte. Hele çocuk sahibi olmuşsak onlarla birlikte algılarımız değişiyor. Sabrımız çoğalıyor. Daha esnek olabiliyoruz o yaş grubundakilere. Biraz daha yüreğimizi yumuşatıyor galiba çocuklarımız. Bir öğretmen olarak gözlemim, “Dersine girdiği yaş grubunda çocuğu olan öğretmenlerin yaklaşımı da değişiyor onlara karşı”

Hani hemhal olmak, empati yapabilmek, duygudaşlık olarak yaklaşabilmek belki de bunu sağlıyor çocuklarımız bize. Onlarla özelde yaşadıklarımızı genele taşıyabiliyor ve daha farklı yaklaşabiliyoruz onlara…

Ama diğer taraftan yaşımız onlardan uzaklaştıkça o yaşlarda kendi durumumuzu unutup bir çırpıda onlar için olumsuz çıkarımlar yapıp sert eleştirilerde bulunabiliyor ve yazabiliyoruz. Yani geri dönüp yazdıklarımıza baktığımızda anlayışımızın yaşımıza göre ne kadar değiştiğini görebiliyoruz.

İnsanın gittikçe olgunlaşır; fikirleri, düşünceleri, hayata dair duruşu netleşir diye genel geçer bir düşünceye sahibiz. Ama istisnalar da oluyor hayatta. Yaşına bakıyorsun, davranışını ölçüyorsun, “Olmaz böyle bir şey, yaşının adamı değil” deyiveriyorsun. Bu eleştiri genç düşünmek, genç bakmak anlamında değil, basit davranışlar sergilemek noktasında…

Hayatın her anının ayrı bir değeri var, ayrı güzelliği içinde barındırıyor. Her yaş da öyle. Şimdi geri dönüp baktığımızda kaçımız, “Keşke şu dönemi yeniden yaşasam ya da hayatı şu dönemimde durdurabilseydim” deriz bilmiyorum. Kendi adıma geri dönmek istemem tekrar. Durdurmayı ise asla. Zira durdurulan bir dönem, sonraki güzelliklere gebedir ve insan onları da sadece o an için feda etmez herhalde. Evet, çok güzel anlarımızı anıp yaşarken kıymetini anlamamışız diye zaman zaman dem vururuz ama o anlar yaşanırkenki algımızla üzerinden zaman geçtikten sonraki algımız ve bakışımız bir değil ki. Değişen zaman içinde değişimi de barındırıyor ve bizi de ister istemez değiştiriyor.

Değişim güzeldir, durağanlıktır hayatı sıkıcı kılan. Geriye dönük sahip olduklarımız ise bizim değerimiz, ederimiz. Onlara sahip çıktığımız sürece de o anlar hep bizimle ve biz de o anlardayız. Takılı kalmamak kaydıyla.

anı

an yapan

hayata tat katan

bakışını parlat

ne kadar

aydınlık olursa

sen oradasın…

Bakmadan Geçme