Yağmur düşü
“Hayat bir nefestir aldığın kadar. Hayat bir kafestir kaldığın kadar. Hayat bir hevestir daldığın kadar.” Mevlana...
“Hayat bir nefestir aldığın kadar. Hayat bir kafestir kaldığın kadar. Hayat bir hevestir daldığın kadar.” Mevlana
Yağmur yağıyor. Ben diyeyim iplik iplik; siz ince ince, sicim gibi diyin. İncitmeden, sakin sakin iniyor tatlı bir esinti eşliğinde. Adeta “Çık dışarı, yürü” çağrısı yapıyor ama “Aldanıp şemsiyesiz yürüyüp ahmakıslatana çevirme durumu” dercesine bir tavrı var. Yağmurun penceresinden hayata bakmak cazip geliyor ve elimde şemsiyem, yanımda sevdiğim bir arkadaşım yağmurun tadını çıkartıyoruz bir süre. Çok uzun zaman olmuş yağmur altında yürümeyeli. Yollar boş, yürüyüş parkuru çoktan terk edilmiş. Sükunet sunuyor ortam bize. Bir de içimizde o sükuneti yakalayabilsek! Günün getirdiği müşküllerimizi halledebilsek…
Elbette yürüdükçe paylaşıyor, yürüdükçe açıyoruz heybemizdekini, döküyoruz dostun gönlüne. Bir umut, bir çıkar yolu buluruz ümidiyle. Hiçbir şey olmasa anlayan, yargılamayan biriyle paylaşmanın hafifliği sarıyor yüreğimizi. Bir nevi istişare yapıyoruz dar dairede. Akıl akıldan üstün nihayetinde. Bir diğerinin tecrübesi, yol gösterici olabilir öyle değil mi? “Akıllı insanlar, herkesten ve her şeyden öğrenirler. Sıradan insanlar, sadece kendi deneyimlerinden öğrenirler. Cahiller ise her şeyi bilirler” diyor ya Sokrates, biz de bu düşünceyle ilerliyoruz. Bir nevi yağmur altında yıkıyoruz duygularımızı…
Aylardan Kasım’a üç var. Bu mevsim, yorgan gibi örtmeliydi yapraklar toprağı. Genel mevsim algısının dışında seyrediyor Ödemiş’te zaman. Tadını çıkartıyor durumun kuytulara sokulmuş insanlar, cam ardından izlemektense yağmuru. Canlar ardında yağan yağmurları da fark ediyorlar mıdır bilmem.
yağmur yağıyor
maviyi özlüyor gün
cebimizde yazdan kalma bir gökyüzü
Ekim’de gün sayımı
suyun yüzü buruşuk
düşen yaprağı yüzdürme derdinde
düşeni geri yapıştırsak
alır mıyız Eylül’ü geri?
ya da
siler miyiz
yazamadıklarımızı?
Tazelenir mi ekmeğin kokusu?