'Vay be!'

Defalarca gösterilen bazı televizyon dizilerini, elinde kılıçla izleyenlerin varlığını duyuyorum. Bin yıl önce kapanmış ve küllenmiş...

Defalarca gösterilen bazı televizyon dizilerini, elinde kılıçla izleyenlerin varlığını duyuyorum. Bin yıl önce kapanmış ve küllenmiş olaylar sanki yeni yaşanıyormuş gibi veya yakın zamanda yaşanacakmış gibi milletin aklı ile alay etmeler… Selçuklu, Osmanlı, diriliş, uyanış falan… Uzun uzadıya edebi laflar sıralayıp küllenmiş tarihin yeniden kurgulanması ile ‘tebaa’yı boş işlerle uğraştırma gayretindeki devlet destekli dizilerin içerikleri ile ilgili yazmayacağım. Çünkü hiç izlemiyorum!

Geçtiğimiz gün, Türkçe yayın yapan yabancı kaynaklı belgesel ağırlıklı yayın yapan kanallardan birine takıldım biraz. Yanlış hatırlamıyorsam programın adı, Nasıl Yapıyorlar? idi.

Programda domates ve bezelye üretimi ile ilgili aşamalar gösteriliyordu. Domates ve bezelye fidanlarının ekiminden, salça ve konserve kutularına girdikleri ana kadar…

Hani biz de Ödemiş ve Kaymakçı’da bezelye ve domates gibi üretim işleri ile ilgileniyoruz ya!

İlgileniyoruz derken, Kaymakçı’da babamın işlettiği tohum bayiliği ve benim habercilikle olan ilgimden söz ediyorum. Yoksa fiilen ürettiğimiz falan yok. Çevremizdeki insanlar, arkadaşlarımız ve dostlarımız bu üretimin içinde olunca program ister istemez benim de ilgimi çekti.

Açıkça söylemek gerekirse programı bir solukta ve ağzım açık izledim. Yüzlerce dönümlük üretim alanları, koca koca makineler… Ve üretimin her aşamasında kalite kontrolü… Tertemiz fabrikalar ve çalışanların iş sorumluluğu…

Abartmış olmayayım ama hiç insan eli değmeden üretim yapılıyor desem yeridir. Ürün tarladan makinelerle toplanırken bitkisi de ufalanmış halde gübre olarak tarlada kalıyordu.

Önce bizdeki yaygın televizyon programlarını düşündüm: Nereye baksanız yemek ve giysi yapma / beğendirme yarışmaları…

Bizdeki üretimi düşündüm: Saldım çayıra mevlam kayıra… Tohum yabancı, ilaç yabancı… Olduğu kadar… “Vay be!” dedim kendi kendime…

Domates ve bezelye üretimi ile ilgili programın ardından da Mars gezegeni ile ilgili yapılan çalışmaların anlatıldığı program vardı sırada…

Bizim kanallara baktım: Diriliş Ertuğrul!

**

Bazen sosyal medyada yapılan yorumlara takılırım. Engin Altan Düzyatan mı Düztaban mı bilmiyorum, belindeki kılıcıyla kapıdan girişi ile ilgili yazılanlara takıldım. Ne saçma, ne gereksiz yazışmalar… Yok, aldığı 200 bin lira azmış… Yok, onun gibi o yüce kapıdan giriş yapabilecek başka bir oyuncu yokmuş!..

Memlekette ne çok boş insan var hayal bile edemiyorum…

Bakalım iha, siha ve kılıç muhabbeti ile daha nereye kadar gideceğiz?

5 EKİM

Her 5 Ekim tarihinde aynı yazılar, aynı değerlendirmeler yapılır eğitim camiasında. Dünya, öğretmenler gününü 5 Ekim olarak kabul ederken, bizde bu gün 24 Kasım olarak kabul edilir.

Bu öğretmenler günü meselesi biraz karışık. Dünya çapında 5 Ekim genel kabul görürken, farklı tarihlerde kutlayanlar da varmış.

Örneğin, Azerbaycan’da da 5 Ekim’de kutlanırken, Hindistan, Öğretmenler Günü’nü 5 Eylül’de kutlarmış. Bu tarih, eski Hindistan devlet başkanı ve öğretmeni Dr. Sarvepalli Radhakrishnan’ın doğum günü imiş.

İran’da da 1979 yılında bir suikast sonucu öldürülen üniversite hocası ve din adamı Murtaza Mutahhari’nin öldürülüşünün yıl dönümü olan 2 Mayıs günü Öğretmenler Günü olarak kutlanırmış.

Hangi gün kutlarsanız kutlayın. Aslında günün pek bir önemi yok. Asıl önemli olan, eğitim sisteminin niteliği ve öğretmenin statüsüdür.

Bakmadan Geçme