Vaktinden önce göçenlere…
Ünlü Rus şair Vladimir Mayakovski, 'Şair İşçidir’ şiirinin bir bölümünde şöyle seslenir işçilere: 'Bilirim hoşlanmazsınız boş...
Ünlü Rus şair Vladimir Mayakovski, ‘Şair İşçidir’ şiirinin bir bölümünde şöyle seslenir işçilere:
“Bilirim hoşlanmazsınız boş lâftan / kütük yontarsınız kan ter içinde / Fakat bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan/ Kütükten kafaları yontarız biz de”
Şiir için ‘Kelimelerin dans ettirilmesidir’ derim ben. Kelimelerin boyanması ve ezgilenmesi…
Duygu ve düşünceler anlatılır dizelerle. Az söz, çok duygu…
Acı vardır, hüzün vardır, sevda vardır, sevgi vardır… İnsan vardır, doğa vardır, vatan vardır…
Dilimiz tutulur bazen söz söylemeye. Vururuz kendimizi kelimelerin tılsımına.
Türküler de öyle değil mi? Şiir ve ezgi bir araya gelir; sözcükler yanık yanık öter. Sıla özlemi, yavuklu hayali, memleket sevdası inler ortalık.
Günlerdir, ‘Aman ölüm haberi duymayalım’ diye haber bile izlemekten kaçınır olduk!
Önceki günlerde beynine pıhtı atan ve acilen ameliyata alınan Türk sinemasının ünlü ismi Kadir İnanır’ın uyandıktan sonra Afrin’de şehit olup olmadığını sorması, içinde bulunduğumuz ruh halinin bir göstergesi değil mi?
Şimdiye kadar basılı ortamda paylaşmadım ama arada şiirimsiler yazdığım olur. Bir an üç beş dize geliverir dilinizin ucuna. Birkaç törpü darbesi ile düzeltirsiniz çıkıntıları.
“Kırmızı
Yazma ile fuları
Çarpıştırmayın
Ağıt ile ölümü
Kutsamayın
Bilin ki her ölüm
Yaşanmamış
Binlerce ömürdür
Artık yeter…
Kırmızı
Yakışmıyor
Toprağa”
“Gönlüm, sevdalım, belalım…
Ne güzel, birine şiir yazmak!
Ne güzel, turnaya türkü yakmak!
Ne güzel, kör kütük sevdalanmak!
Yazı aynı, kalem aynı, söz aynı…
Ya kusursuz insanlar kalmadı
Ya çıkarsız duygular kayboldu…
Ya da bozulan ekmeklerden sonra
Gönül kaptıracak insanlar tükendi!
Doğrusu, soylu türkülerin yazıldığı
Ne o eski zamanlar kaldı
Ne de yaşanmışlıklar…”
“Herkesin büyük düşleri vardı
Herkesin büyük kahramanları
Herkesin büyük şehitleri
Herkesin büyük…
Kimse babasız kalacak
Küçücük çocukları
DÜŞÜNMEDİ…”
Üstteki üç şiiri yakın zamanda çeşitli ruh hallerinde yazmışım. Duygularımı düz cümlelere sığdıramayınca dizelere sığınmışım.
Kiminde sevda, kiminde öfke, kiminde umutsuzluk hakim.
Sevdiğim bir sanatçı olan Nuray Hafiftaş da hayata gözlerini yummuş. Mavi-yeşil gözleri ve kadife sesi ile ne güzel yorumlardı türkülerimizi.
Şimdi türkülerimiz bir sevdalısını daha kaybederken memleketimiz de değerli bir sanatçısını yitirdi.
Duygularınızı bazen düz yazıya dökemezsiniz. Şiir yetişir imdadınıza. Bazen şiir de yetmez, ezgiye ihtiyaç duyarsınız.
Nadir Köseoğlu’nun yazdığı “Sen Küçüksün Ölemezsin” türküsünde şöyle diyordu Hafiftaş:
“Hazin esen seher yeli
Al yanına götür beni
Kurban olam karlı dağlar
Verin benim sevdiğimi
Sen küçüksün ölemezsin
Kefen bile giyemezsin
Kara toprak aldı seni
İstesen de dönemezsin
Yüce dağlar dizi dizi
Viran ettin hanemizi
Kime diyek derdimizi
Verin bana yiğidimi
Sen küçüksün ölemezsin
Kefen bile giyemezsin
Kara toprak aldı seni
İstesen de dönemezsin”
Küçük yaşta ölenlere acırım en çok. Vaktinden önce göçenlere.