“Türküm, doğruyum, çalışkanım”
Geçtiğimiz gün bir köy muhtarı arkadaşımızla sohbet ediyoruz. 'Eskiden' diyor muhtarımız, 'İnsanlar kendi işlerini kendileri görür,...
Geçtiğimiz gün bir köy muhtarı arkadaşımızla sohbet ediyoruz. “Eskiden” diyor muhtarımız, “İnsanlar kendi işlerini kendileri görür, eğer kendini aşan işler olursa komşularından yardım isterdi”
“Peki ne oldu?” diyorum devamla!
“Eskiden” diyor ve anlatmaya devam ediyor: “İnsanlar, tarla bahçe işlerini kendileri yapardı. Yapamayacaklarsa veya başka insanlara ihtiyaç duyarlarsa imece usulü ile birbirlerine yardım ederlerdi.”
“Peki ne oldu sonra?” diyorum.
“Sonra” diyor: “Araya üç beş kuruş sosyal yardımlaşma paraları girdi. Kimi hak etti, kimi etmedi”
“Eee sonra?”
“Sonrası; şimdi üç beş kuruş yardım alan insanlar, kendi işlerini bile yapmaktan aciz oldular. Örneğin, zeytin silkme zamanında Kiraz’ın dağ köylerinden işçiler getirtip işlerini gördürtüyorlar. Halbuki kendi işlerini yapabilecek güçteler. Tembellik ve iş kaçkınlığı başladı! Zeytin silkme 125 TL, toplama ise 75 TL. Kendi işini yapsa bu para da cebinde kalacak. Ama o üç beş kuruşluk sosyal yardımlar yok mu!”
Bir şey demedim. Sadece “Hadi ya!” dedim.
Gazetemizde belki gördünüz, belki görmediniz geçenlerde bir çalışma aşkı haberi vardı. Kaymakçılı Nazım Balcılar amcamız, 35 yıl Almanya’da çalıştıktan sonra yurda kesin dönüş yapmıştı. 74 yaşında. Amca diyorum çünkü babamın ilkokuldan sınıf arkadaşıdır.
“Almanya’da 35 yıl fırıncılık yaptım ve emekli oldum. Emekli olduktan sonra yurdumuza kesin dönüş yaptım. Söylemesi ayıp, iyi bir gelirim de var. Akşama kadar kahvede millete çay ısmarlasam bitmez. Ama tembellik bana göre değil. Boş durmayı sevmiyorum. 2500 civarında erik ve nar ağacım var. Onların bakımı, budaması, sulaması falan derken zaman geçiyor. Çalışmak kadar güzel bir şey yok!”
Bir yanda Nazım amca var diğer yanda üç beş kuruş sosyal yardım parası alan zeytin ağacı sahibi köylüler.
Mustafa Kemal Atatürk, “Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar” demiş.
Çalışmanın önemi ve yararları hakkında onlarca özlü söz bulabiliriz.
Ama memleketimizde iş ahlakı denilen müşteriye ve işe saygının da her geçen gün azaldığını hissediyorum.
Başlanan işler bitmek bilmiyor. İşe başlamak da ayrıca başka bir dert. Kimi esnaf, verdiği sözü yerine getirmiyor. “İş bir an önce bitsin, paramı alıp gideyim” derdinde olanlar var.
Örneğin, duyuyorum ki doğalgaz sektöründe iş yapan kimi firmalar zor durumda imiş. Yaklaşık bir aydan bu yana doğru dürüst iş yapılamıyor, sipariş alınamıyormuş. Yanlış duymuş olabilirim. Ama her yerde doğal döşeme işinden dolayı olumsuz hikayeler anlatılıyor. İşini doğru yapanlara sözüm yok ama bu kadar olumsuz hikayenin anlatıldığı bir yerde hiç kimse, kışın ortasında doğalgaz işine girmez.
Geçtiğimiz kışın başında apartman olarak aniden doğalgaz işine girdik. Ortak alanı yaptıran bir arkadaşımız, dairesini aynı firmaya yaptırırken benimle birlikte bir başka daire sahibi de başka bir firmaya yaptırdık.
İyi ki kış mış demeden yaptırmışız. Şu an rahat ediyoruz. Elektrik, tüp, kömür ve mazot ile kıyaslanamaz bile. Ama birden bire artan ve aldığı her işi sıraya koyan kimi firmaların işi çığırından çıkardığını ve söz verdiği zamanda işi teslim etmediğini duyuyoruz.
Çalışmak güzel. İyi esnafla iş yapmak daha güzel…
Ülkemizin iyi iş yapan insanlara ihtiyacı var. Her şey, para kazanmak olmamalıdır. Her şeye kar gözüyle bakarsanız, başkalarının yapacağı işi de siz yapmaya kalkarsanız hikayeler bazen kötü sonuçlanabilir. Esnaf, kendi ayağına kurşun sıkarsa sıcaklık geçince acı daha çok hissedilir.
Ülkemizin sadece işini iyi yapan esnafa mı ihtiyacı var? Elbette değil. Bütün meslek çalışanları, ‘Önce insan sonra iş’ mantığı ile çalışırsa kar da elde eder güzel işler de çıkarır.
Memleketimiz üç kıtanın, dört mevsimin ortasında.
Üç yanımız denizlerle çevrili.
Neyimiz eksik ki!
“Türküm, doğruyum, çalışkanım”