…sizlik…l
Işığın sustuğu yerde gülüşün aydınlatırdı günü. Seninle güzelleşirdi çiçekler, nehirler daha bir coşkun akardı… Öksüz bir...
Işığın sustuğu yerde gülüşün aydınlatırdı günü. Seninle güzelleşirdi çiçekler, nehirler daha bir coşkun akardı…
Öksüz bir çocuk gibiyim şimdi. Hiç oyuncağı olmayan, hayatında hiç şeker yiyememiş, hiç sevgiyle okşanmamış yağlı saçları olan bir çocuk.
Bu şehirden gidişimi hatırlıyor musun? Yağmur yağıyordu ve havada pis bir ayrılık kokusu vardı. Sonu belli olmayan bir yolculuğa çıkıyordum. Sanki hiç dönmeyecekmişim gibiydi. Fakat işte vakit geliyor. Buradaki misyonum tamamlanmak üzere. Gelişimin nasıl olacağını inan bilmiyorum. Zamanın üçle çarpılmış bir şekilde yavaş geçmesi koymuyor artık…
Direniyorum, sana ve zamana… Gel yeter ki gel diyorsun. Nasıl geleyim, bütün yollar tel örgüyle çevrilmiş bir araziye çıkıyor. Burada sonsuza dek kalacakmış gibiyim…
Bir kadını en son ne zaman öptüğümü hatırlamıyorum. Bir kadının elleri ellerime değmeyeli ne kadar oldu? En son ne zaman âşık olmuştum, adı neydi? Hiçbir şey yok aşka ve sevgiye dair…
Siliniyor yüreğimdeki izler yavaş yavaş, bir kuşun kanat çırpışlarının sesini duyuyorum, bir ceylan iniyor pınara su içmek için, minik serçe bir telaş içinde evine dönmeye çalışıyor. Herkes ve her şey yıpratılmış ve eskitilmiş.
Bu eskitilmiş ve eksiltilmişlik beynimi kemiriyor yavaş yavaş. Birden bir yansıma görüyorum hayal aynamda. Yüzleri belli olmayan insanları görüyorum. Sonra onların arasında netleşen güzel yüzün beliriveriyor, bana gülümsüyorsun. Sonra birden bire bir yağmur başlıyor ıslanıyorsun. Saçların o güzel yüzüne yapışıyor. Bana bakıyorsun sonra bir şeyler anlatmak ister gibi. Gözlerin derin bir orman gibi. Sonra hayal aynam kırılıyor ve görüntüler yok oluyor. Ve Nazım’ın u sözleri aklıma geliyor.
Bugün Pazar.
Yağmur yağıyor.
İçimde hasret, sıkıntı ve keder.
Yani SENSİZLİK…