Şeker mi, bal mı?

Bazı reklam tümceleri de bir yazıya esin kaynağı olabiliyor. Örneğin, 'Şeker yok, bal var!' Hayatın karmaşıklığı,...

Bazı reklam tümceleri de bir yazıya esin kaynağı olabiliyor. Örneğin, “Şeker yok, bal var!”

Hayatın karmaşıklığı, hep çözülmeyi bekler. Hele bu soğuk kış günlerinde şeker yerine balı tercih etmenin dayanılmaz hafifliği ile oturdum masama. Kış mevsimine içim bir türlü ısınmadı. Bu, belki de Egeli oluşumdan kaynaklanıyor. Güneşin tenimi kızartacak denli ısıttığı günlerin özlemini hep çekmişimdir.

Günün birinde yolum Almanya’nın Bavyera eyaletinin Arnstorf kasabasına düştü. Eylül ayıydı. Bizde olsa denize girilecek hava varken o kasabada geçirdiğim ilk hafta boyunca güneş, yüzünü bize göstermedi. Gri bulutlar, ensemde adeta boza pişiriyordu. Karamsar bir çukurda debelenip durdum. “Ne yapmaya buraya geldim?” dedim kendime. İnsan bu, şaşkınlığım ve kaygılarım, nihayet bir hafta sonra yüzünü gösteren güneşle kaybolup gitti. Yavaş yavaş o gri gökyüzüne alıştım. Hem alışmayıp da ne yapacaktım? İsteyerek geldiğim bu ülkede görevimi kolaylaştıracak bir şans yüzüme güler miydi derken o şansın kapımda beklediğini gördüm.

Ali adlı meslektaşım, benden önceki dönemde atandığım bölgede altı yıl süreyle görev yapmış, eş durumu nedeniyle Almanya’da kalabilmişti. O karamsar hafta içersinde beni ziyarete geldi ve yapacağım işlerle ilgili her şeyi anlattığı yetmezmiş gibi biriktirdiği bütün ders notlarını da klasörler içinde bana verdi. Yabancı bir ülkenin eğitim sistemini bana bu kadar kısa sürede anlatacak birini arasam inanın dünyada bulamazdım. Şans ayağıma gelmişti.

Hani hayattan ben şeker istedim de o, “Hayır olmaz, sana bal yakışır” demiş gibiydi. Milli Piyango’dan en büyük ikramiye alsam bu kadar mutlu olamazdım. Ali arkadaşım sayesinde görev yaptığım beş yıl bana bir gün gibi geçti. Çok kolay uyum sağladığım mesleğimde aldığım denetleme raporları, hep yüksek değerler içeren ifadelerle doluydu.

Sözü yurtdışından açmışken bazı dil hikayeleri de anlatılmadan geçilmez. Bilindiği gibi her dilin lehçe, şive, ağız denilen gramere uymayan konuşma ve yazma biçimleri vardır. Almanya’da siyasal sistem gereği oluşan eyaletlerin de her birinde farklı lehçe, şive ve ağızlar vardır. Hamburglu’nun konuştuğunu Münihli anlamaz, Berlinli’yi Köln’de yaşayan biri anlamayabilir. Bir hafta sonu Göttingen’e gittim. Yolda yaşlı iki kadına merhaba niyetine “Grüss Got!” dediğimde, yüzüme öyle tuhaf baktılar ki, “Eyvah” dedim, durumu kavradım. Onların bakışının benim Bavyera ormanlarından geldiğimi anlatıyordu! Hemen lafı çevirip, “Guten Morgen!” diyerek durumu kurtardım. Türk olup olmadığımı sormalarına fırsat vermedim.

Bir gün okuldan arabamla oturduğum kasabaya gelirken hiç yapmadığım bir şey yaptım: Yolda araç bekleyen Bavyeralı bir genci aldım. O indikten sonra teybe Türk müziği içeren bir kaset koydum. Yol boyunca türküler çalıp söyledi. İnerken tek bir teşekkür sözcüğü söylemeden çekip gitti. O günden sonra bir daha kimseyi arabama almadım.

Bavyera Eğitim Bakanlığı, biz Türk öğretmenlerini kendi eğitim sistemi içinde istihdam ederek gerçekte çok ciddi anlamda deneyim sahibi olmamızın da önünü açmıştı. Bu bağlamda ilk yılımız, “Probezeit” yani deneme zamanı olarak geçti. Bu sürede bize rehberlik yapmak üzere müdür yardımcısı olan Alman meslektaşımız görevlendirilmişti. Rehber öğretmenimiz, aynı zamanda üç yıl süren Almanca kursumuzun da öğretmenliğini yapıyordu. Kursa dört arkadaş devam ettik.

Rehber öğretmen, bir gün elinde video kamera ile sınıfıma geldi. İşlediği dersi videoya kaydetti. Aynı işlemi diğer üç arkadaşa da uygulamış. Kayda aldığı dersleri, Almanca kursumuzda hepimize izlettirdi. Kendi yurdumda denetim geçirdiğim hiçbir dönemde böyle bir uygulamaya tanık olmamıştım. İnsanın kendine ayna tutması bakımından önemli bir yol olduğuna inandım. Aynı zamanda arkadaşlarımızla ders performanslarımızı görme fırsatı bulduk. Alman öğretmenler, karatahtada tebeşirle bitişik el yazısı yazıyordu. Bunun önemini erken kavradığımdan ben de derste el yazısı kullanmaya başlamıştım. Ancak diğer üç arkadaşın bunu uygulamadığını o videoları izlediğimde gördüm. Öğretmen okulunun kazandırdığı bir yetinin bana neler kazandırdığını yurtdışı görevimle öğrendim.

Günün birinde torun Kerem de diğer torunum Yaman abisi gibi okuma yazmayı öğrenecek. Bu yazının okuma şansı bulduğunda ona da gülümsetmesini dilerim. Çünkü onun açıklama yapmak istediği herhangi bir konuda, “… söyleyeyim mi dede?” deyişini çok seviyorum. Bu yüzden yazımı ben de, “Bu yazıyı neden yazdım, söyleyeyim mi Kerem?” diyerek bitiriyorum.

Bakmadan Geçme