Savaş ve barış üzerine
İnsanlık tarihi incelendiğinde ilkel komünal toplumdan sonra gelen sınıflı toplumlarda üretim araçlarını elinde bulunduran kesimlerle üreten...
İnsanlık tarihi incelendiğinde ilkel komünal toplumdan sonra gelen sınıflı toplumlarda üretim araçlarını elinde bulunduran kesimlerle üreten ama ürettiğinden hak ettiği payı alamayan kesimler arasında sürekli anlaşmazlıklar gözlemlenmiştir. Bu anlaşmazlıklar; bazen din örtüsü altında, bazen sınır anlaşmazlıkları şeklinde, bazen de yönetimi ele geçirme şeklinde kendini göstermiştir. Günümüzde de çok önem taşıyan enerji kaynaklarını sahiplenme, paylaşma şeklinde ortaya çıkmaktadır. Nitekim Ortadoğu’da yaşanan anlaşmazlıklar bu türdendir.
Siyaset biliminin ustası Aristo’ya göre anlaşmazlıkları çözmek için iktidar sahiplerinin önünde iki yol vardır. Birincisi politik, diplomatik yani barışçıl yoldur. İkincisi ise savaş yoludur.
Politik çözüm; uzlaşmaya, karşılıklı ödün vermeye; savaş yolu ise kaba kuvvete, şiddete dayanır. İstenen ve doğru olan, sorunların barışçıl ve diplomatik yollarla çözüme kavuşturulmasıdır. Devletlerarası hukuk kuralları da sorunların şiddete başvurmadan hak ve adalet ölçütleri içinde çözülmesini öngörür. Savaş ise hangi nedene dayanırsa dayansın herkes için kan ve gözyaşıdır, yıkımdır.
Mustafa Kemal Atatürk, “Savaş, haklı bir nedene dayanmıyorsa yani vatanınızı koruma amacı taşımıyorsa cinayettir” diyerek savaşın acı yüzünü insanlara anlatmak istemiştir. Ülkemizi düşmanlardan temizledikten sonra da “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyerek bölge ve dünya barışına katkıda bulunmuştur.
Dünyaca ünlü roman yazarı Tolstoy, “Savaş ve Barış” adlı romanında savaşların insan yaşamında ve toplumda yarattığı çöküntüyü, yıkımı çok güzel bir dille anlatmıştır.
Ünlü ressam Pablo Picasso, eserlerinde savaşın acı yüzünü, insanlarda ve doğada bıraktığı yaraları dile getirmeye çalışmıştır. “Guernica” adlı tablosu ile savaşın şehirler ve doğa üzerinde bıraktığı yıkımı göstermiştir.
Birleşmiş Milletler Örgütü, Güvenlik Konseyi gibi kurumlar da savaşı önleme, sorunların görüşmeler yolu ile çözümü için düşünülmüş kurumlardır. Ne yazık ki insanlık, sorunlarını barışçıl yollarla çözme konusunda yeterince yol alamamıştır. Dünyanın birçok yerinde savaşlar devam etmektedir.
Bugün Ortadoğu’da ve güney sınırımızda devam eden anlaşmazlıklara baktığımızda bölge ülkeleri dışında büyük devletlerin olaylara müdahil olduklarını görüyoruz. Amerika’nın, Rusya’nın bölgeye ilgisinin Arapların kara kaşı kara gözü için değil, Orta Doğu’da bulunan zengin enerji kaynakları için olduğu açıktır. Amerika Birleşik Devletleri’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni gerçekleştirmek için adımlar attığı herkesin malumudur.
Türkiye olarak bizim tavrımız, ülke çıkarlarını ve güvenliğini korumak olmalıdır. Bunu yaparken de insanımızın ve askerlerimizin güvenliği ön planda tutulmalıdır. Devletlerarası hukukun kurallarını ihlal etmeden, haklı iken haksız duruma düşmeden Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyarak bir an önce sorun, diplomatik bir çözüme kavuşturulmalıdır.
Devletler arasında, diplomaside küslük olmaz. Karşılıklı çıkarlar ön planda tutulur. Bugün Suriye ile ortak hareket etmek, ülkemiz için en faydalı yol gibi görünmektedir. Bilinen atasözü ile söylersek yanlışın neresinden dönülürse kardır.
Türkiye, dünyada yalnızlaşmıştır. Tüm Avrupa ülkeleri karşımızdadır. Yıllardan beri dost olmaya çalıştığımız, dost bildiğimiz Arap ülkeleri en haklı davamızda bile yanımızda yer almadıkları gibi Barış Pınarı Harekatı’nı kınamışlardır. Hele Filistin’in Arap Birliği’nin ülkemizi kınayan bildirisine imza atmasını yöneticilerimiz ve halkımız yeniden değerlendirmelidir.
Savaş, elbette istenen bir durum değildir. Çok sayıda askerimiz, sivil vatandaşımız şehit düşmüştür. Ülkemiz ekonomik olarak ambargolara, yaptırımlara hedef olmaktadır. Ekonomik sıkıntılar artmaktadır. Yatırımlar ertelenmekte, turizm şirketleri gezileri iptal etmektedir. Bunlar, savaşın olumsuz yönleridir. Bu harekatın en büyük faydası, Türkiye’nin dostunu düşmanını bir kez daha tanıması, test etmesi olmuştur.
Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi incelediğinde Arap ülkelerinin hiçbir zaman Türklere dost olmadığı, Osmanlı Devleti zamanında ve Cumhuriyet’in kuruluşu sırasında da Türkleri hep arkadan vurdukları, ihanet ettikleri bellidir. Arşivler, bunun örnekleri ile doludur. Kıbrıs gibi haklı davamızda bile yanımızda yer almayan Arap ülkelerinin bu tavırları, bence şaşırtıcı olmamıştır. Bu tavır, tarihin tekerrüründen ibarettir.
NOT: Bu yazı, gazetemizin 17 Ekim 2019 tarihli sayısında yer almıştır.