Sait Faik’e sevgiyle

Bu yol… Bir tarafı patates tarlalarıyla kaplı, bir tarafı da yeni yapılmaya başlanmış, bir kısmı tamamlanmış...

Bu yol… Bir tarafı patates tarlalarıyla kaplı, bir tarafı da yeni yapılmaya başlanmış, bir kısmı tamamlanmış binalarla. Daha geçen bahar, bu taş ve moloz yığınlarının yerinde sapsarı ve mis kokulu papatya tarlası vardı. Kim bilir, bahar boyunca kaç böceğe ev sahipliği yaptı.

Sabahın erken saatlerinde henüz gün yeni ışımaya başlamışken yollara düşmeyi seviyorsanız muhteşem bir manzara sizi beklemektedir. Yolun bu noktasında adımlarınız yavaşlar, gözleriniz bu sapsarı denize dalar gider. Hele yağmur yağmışsa suyun doğaya nasıl hareket kattığına da tanıklık edebilirsiniz. Bu güzellik için illaki yağmur da gerekmez. Yapraklara düşen çiğ damlaları da yeter. Yaprak uçlarına takılı kalan su damlaları, pırıl pırıl parlar. Doğanın arınmışlığı, berraklığı ruhunuza giden neşeli bir yola dönüşür.

Son yıllarda insanlar, medeniyeti yığdıkları çimento ve taşta arar oldular.

Ben, her sabah bu yolda yürürken sevdiğimi düşünürüm. Hüznün har elediği gözleri, uzun kuzguni saçları gözümün önüne gelir. En kalın perdeden bir ses yaşamın olanca ağırlığına isyan eder gibi bir göç türküsü okumaya başlar. Gün olur sesi bir şiire özdeş, gün olur bakışları insanı dinlendiren bir dost.

Böyle zamanlarda kendimi bahtiyar hissederim. Onları konuk etmenin hazzını duyarım iliklerimde. Bazen biri, gün sonunda bir şiire düşer yalınayak. Bir öykünün ucundan tutar. Yüreğimden akan bir suda yaşamı yıkarız günün ilk ışıklarıyla.

Son konuğum, Kör Mustafa. Hemen anımsamadınız biliyorum Kör Mustafa’yı. “Kör Mustafa da kim?” dediğinizi duyar gibiyim. Aslında her okur bilir Kör Mustafa’yı. Sait Faik’in Karanfiller ve Domates Suyu adlı öyküsünün baş kişisidir; çorak, taşlı bir araziyi çok güç koşullarda satın alır. Taşını ayıklar, su getirir ve herkesin imrenerek baktığı meyve, sebze ve çiçekler yetiştirir bu bahçede.

Kör Mustafa, dişini tırnağına takarak verdiği mücadeleden alnı ak çıkar. Emeğin, azmin somutlaştığını Kör Mustafa’nın gözümüzde anıtlaştığını fark ederiz satırlar arasında.

Dağlarından yağ, ovalarından bal akan bir coğrafyanın çocuğu olmak yetmiyor elbet doğayı sevmeye.

Geçenlerde dolmuşla eve giderken iki iyi giyimli bayanın konuşmalarına kulak misafiri olmuştum istemeden. “Ödemiş’in bu bölgesi çok gelişti” diyordu biri. Diğeri de onaylıyordu. Gelişmiş olduğunu söyledikleri yer, Ödemiş’in en verimli topraklarının bulunduğu yer, ne eksen yetişir.

Yazık ki… Sırf bu nedenden dolayı da üç beş katlı binalarla dolup taştı bu topraklar. Yeşil, çiçek ve ağaç balkonlara taşındı. Yeşil katledip sonra onu balkonlara sığdırmaya çalışmak da bir başka çelişki olmalı. Yazık ki evler yükseldikçe insanlar topraktan uzaklaşıyorlar.

Sevgili Gülten Akın, dizelerinde bu insanları şöyle anlatıyor:

Evleri yüksek kurdular,

Cama betona boğdular,

Usumuzdaydı unuttuk,

Topraktan uzakta kaldı,

Toprağa bağlı olanlar.

Son zamanlarda Yırca‘da altı bin zeytin ağacı söküldü. Bu, milyonlarca böceğin, kuşun evinden sürülmesi demek. Bunca ağacın bir daha hiç çiçek açmaması demek.

İnsan bir gün elbet anlayacaktır doğanın sadece kendi evi olmadığını, başka canlıların da bizimle birlikte yaşadığını. Gözlerinizi kapadığınızda binlerce hayvanın göç hikâyesi canlanıyor mu gözünüzde? Onların çığlıklarını duyabiliyor musunuz? Duyduğunuz kadar, gördüğünüz kadar insansınız.

Kör Mustafalar kayıp bu günlerde. Kör Mustafalar kayıp… Kör Mustafalar kayıp.

Bakmadan Geçme