Şairimiz Ayşe Aysel Güntürkün ile söyleşimiz
Attila İlhan'ın “Ne kadınlar sevdim, zaten yoktular” şiirinde bahsetmeye çalıştığı, hayallerinde yaşattığı kadınları hep anlamaya çalışmışımdır....
Attila İlhan’ın “Ne kadınlar sevdim, zaten yoktular” şiirinde bahsetmeye çalıştığı, hayallerinde yaşattığı kadınları hep anlamaya çalışmışımdır. Sanki bu dünyaya ait olmayan, ruhlarıyla bambaşka boyutlarda var olan hatun kişilerdi o bahsedilen kadınlar…
İstedim ki böylesine çok özel bir hanımefendiyi size de tanıtayım. Arşimet’in yerçekimi kuralını keşfettiği an banyodan çırılçıplak koşturması gibi heyecanım yoğun diyebilirim. “Neden?” diye soruyorsan sevgili okurum çünkü çok az kişide yakaladığım bir bütünlüğü kendisinde buldum. Hem Osmanlı’nın geleneklerini, Anadolu dindarlığını hem de çağdaş, laik bir Cumhuriyet kadın kimliğini gördüğüm Ayşe Aysel, sanatçılığı yanında aktivist, öncü bir şahsiyet.
Kendisini ilk olarak 1998 yılında Yeni Asır Gazetesi’nin ‘Öğretmenizi istiyoruz’ haberi ile tanımıştık. 27 yıl köy öğretmeni olarak hizmet ettikten sonra emekli olduğunda öğrencileri, “Ne olur bırakma bizi” diye çırpınır. Resmi olarak görevinden ayrılır ama o “Çocuklarım” dediği öğrencilerini hiçbir zaman bırakmadı. Köy öğretmenleri Derneği’nin üyesi olduğu için eğitimciliğin yanı sıra çocuklar, gençler için anne ve baba. Beş yıl boyunca da Sosyal Hizmetler Çocuk Kurumu bünyesinde gönüllü öğretmenlik yaptı.
Koruyucu Aile Derneği ve Egeli Kadın Yazarlar Platformu kurucu üyeleri arasında hizmetlerine devam ediyor. Bu çok yönlü oluşunun merkezinde aslında şiir var. Şiir demek; insanlığa, canlılara duyulan sevda demek. Şairimiz, bu duygular içinde agape sevgisi dediğimiz koşulsuz sevgiyle birçok kişiye öncülük ediyor.
Gülün Rengi Yavruağzı şiir kitabında en beğendiğim şiiri Bezirganbaşı; her okuduğumda mutlaka kendimi ilkokulumun bahçesine ışınlanmış hissediyorum. Elimizde mendillerle oynadığımız Bezirganbaşı oyununda buluyorum. Heyecanım, size de umarım sirayet eder…
Ü: Efendim, dervişlere memleket neresi diye sorulmaz, her yer benim derlermiş. Mütevellit olduğunuz mekan dersem?
A: Eksik olmayınız, köklerimiz Uluborlu’ya ait. Cumhuriyet öncesi burası, başlı başına bir merkezdi. Okuyanı, kitap seveni çoktur. Cumhuriyet ile birlikte Isparta’nın bir ilçesi Uluborlu. Buralı olmaktan mutluyum ama memleketimizin her yeri bizim.
Mesleğiniz öğretmenlik ancak sanat aşkı ve şiirler nasıl başladı?
Henüz çocuk denilecek yaşlarda resim ve şiire merakım vardı. Öğretmen olunca, özellikle de köy öğretmeni olunca daha da hassas oluyoruz. Pek çok kimsesiz çocuğu bağrıma basınca kendimi daha çok şiirin içinde, sanatın merkezinde buldum. Duygu yoğunluğu olmadan sanat ile ilgilenmek mümkün değil. Şiirlerim resimlerimle hemhal oldu, birbirini tamamladı. Biliyorsun, Bedri Rahmi Eyüpoğlu hem şair hem ressamdı. Sanırım kendisinden esinlendim. Bedri Rahmi , “Ne zaman bir köy türküsü duysam şairliğimden utanırım” der. Ziyadesiyle mütevazidir.
Siz de çok duygusalsınız. Hemen gözleriniz buğulandı. Sevda yüklü kalbiniz fazlasıyla geniş, herkese kucak açıyorsunuz. Sadece sanatın sihri mi, beslendiğiniz başka mecralar var mı?
Sanat, çok zengin içeriklere sahip. Şiir yazmak, elbette hissiyatınız ile doğrudan ilgili ama kişinin kendini yetiştirmesi de önem arz ediyor. Ben halen bir öğrenci gibi okuyor, araştırıyorum. Tasavvuf koskocaman bir okyanus, alabildiğimiz kadarını alıyoruz. Rahmetli dedem, Osmanlı Devleti’nde 17 sene kaside okumuş Kazasker kasideci Süleyman Sırrı Efendi’dir. Muhakkak Yaradan’ın nasibi, bize de bir şeyler kalıtımsal olarak geçmiştir. İstidat yani yetenek de önemli sevgili Ümran. Yaşadığınız anın farkında olmak, çevrenize duyarlı olmak gibi pek çok faktörün de etkisindeyiz. Yolda iki ihtiyarın birbirine tutunarak yürüdüğünü görmüştüm. Evime geldiğimde hemen bu manzarayı resmetmek istedim. Sonrasında da Satılık İhtiyarlık şiirini kaleme aldım. Resim, şiirle daha da anlamını zenginleştiriyor. Sanki birbirlerinin tercümanı oluyorlar.
Sizi semazen olarak da görüyoruz. Ney eşliğinde sema dönmenizin nedeni nedir?
Sema, lügat anlamıyla işitmek demektir. Musiki nağmelerini dinleyip vecde, coşkuya kapılıp dönmek, sema eylemek de semazenliği anlatır. Semazenler; dönerken kainatın oluşumu, insanın alemde dirilişi, kamil olmak adına aşk ile Yaradan’a kul olabilmeyi hedefler. Seyr-i süluk denilen nefsin yolculuğu… Nefs-i emmare denilen bencillikten arınıp nefs-i mutmainne makamına yükselebilmek. Mutmain olarak fenafillahta, Allah aşkında var olmak… Dönerken ellerin biri havadadır. Haktan almayı simgeler. Diğer el aşağıda olup halka vermeyi öğütler. Giyilen beyaz kıyafet, tennure olup kefeni simgeler. Baştaki sarık da sikkedir. Mezar taşını anımsatır. Ölüm gerçeği, müzik ve görsellikle zarif bir edayla anlatılır. “Ölmeden önce ölebilmek” denilen nefsi terbiyedir asıl mesele. Nefsimizi öldürmek değil, edeplendirmektir.
“Edep öyle bir taç imiş ki giy o tacı kurtul her beladan…”
Osmanlı döneminde Bursa’da kadılık yaparken nefsini terbiye etmek adına sokaklarda ciğer satan, pek çok hakarete maruz kalsa da nefs seyrini tamamlayıp Aziz sıfatını hakkeden Mahmud Hüdayi’yi anımsadım. Bade denilen ilahi aşkla sarhoş olmuşlar, aradan nice zaman geçse de gerçek Hak dostlarını konuşurken sinerjimiz, auramız değişiyor.
Yunus Emre üzerine kitap hazırlığında olmanızın asıl nedeni, tasavvufa olan ilginiz mi?
Yazarın yaşadığı şehir ve yaşamı projesi kapsamında doküman toplamaya başladığımda yerel kaynaklardan Yunus Emre’nin bilinmeyen gerçeklerini fark ettim. İlgim ve merakım derinleşti. Okudukça daha ziyade okuma gereği duydum. Ders çalışır gibi Yunus hakkında okuyup yazıyorum. On yıldır süren çalışmam boyunca kitaplığım zenginleşti. Yazdığım kitabın son kontrollerini editör ciddiyeti ile Doç. Dr. Abdullah Bakır inceliyor. Uluborlu Belediye Başkanı Aziz Tuna da desteğini esirgemeyeceğini söyledi. Umarım elbirliğiyle yaşadığımız kültüre ahde vefada bulunmuş olacağız. Bizden sonrakilere ışık olabilirsek ne büyük saadet…
Biz, deryada bir damlayız. Sanata bakışımı tasavvuf okumalarım, özellikle de Yunus Emre hakkında son on yıldır titiz çalışma içerisinde olmak da şiirlerimi etkiledi. Hiçbir mevzuya tesadüf olarak bakmıyorum. Tevafuk dediğimiz ilahi bir program dahilindeyiz. Yaradan’ın işleri diyelim.
Hakikaten öyle. Hizmetleriniz sonsuz olsun. En son sorumu tiyatro üzerine yapayım. Ayı oyununda emektar bir kadını canlandırdınız. Adalet Ağaoğlu’nun Evcilik Oyunu’nu Konak Halk Eğitim Salonu’nda oynadınız değil mi?
Evet canım. Farklı karakterler bakış açımızı, empati duygumuzu zenginleştiriyor. Tiyatro yönetmenleri Ceren Olpak ve Burcu Aksakal ile pek çok çocuğumuza, gencimize tiyatro oyununda roller verdik. Fuar Gençlik Salonu’nda sahne aldık. Onları mutlu görmek, keyif verici. Şiir gibi tiyatro da başlı başına bir okul. Biz de emektarları…
Bakmadan Geçme





