ÖZDERE GÜNLÜĞÜ-5

Daban Gevreği / 23 Eylül Çarşamba Trenle İzmir’den Ankara’ya gidenler iyi hatırlar. Eskişehir’de tren epey bir...

Daban Gevreği / 23 Eylül Çarşamba Trenle İzmir’den Ankara’ya gidenler iyi hatırlar. Eskişehir’de tren epey bir süre durur, yolun boşalmasını bekler. O arada vagonlara mevsimine göre simitçiler, çaycılar, bozacılar, salepçiler doluverir. Eskişehir simidi, beyaz ve bol susamlı olur. Peki nohut mayasından Daban Gevreği yiyeniniz var mı? Yoksa siz hâlâ tatmadınız mı? Yapıldığı, satıldığı fırını tarif ediyorum: Kargaşlık’tan Eski İstasyon’a doğru iniyorsunuz. Sağınızda 1911 yılında yapılmış Arduvanlı Camii var. Fırın, tam onun karşısında, yaşlı çınarın yanında. Daban gevrekleri ön tarafta değil. Arkada, hemen vitrinin yanında durur. Çok az üretilir. Erkenden biter. Aman gecikmeyin! Eşimle bugün aldık. Dolgun, bol susamlı ve nohut mayasından. Hamur filan değil. Maya peynir ve çay ile güzel gider. Kışın ısıtın, yağ sürün arasına hoş olur. “Daban Gevreği’ni niye bu kadar ballandıra ballandıra anlattın?” diyen olacaktır. Bu gevreğin kokusunu, tadını, lezzetini hiç unutmadım. Acaba COĞRAFİ İŞARETİ alınamaz mı? Ankara Simidi’nin var da bizimkinin niye olmaz? Ankara ve Eskişehir simitlerinden farklı ve özgün yanları var. Buradan hâlâ Daban Gevreği çıkaran fırın(lar)a saygılarımı sunuyor, emeklerinden dolayı kutluyorum…

Nohut mayalı tava ekmeği / 24 Eylül Perşembe Işıklar içinde yatsın annem yapardı. Ne zaman Ödemiş’ten ayrılsam/k mutlaka pişirir verirdi. İki tava birden götürdüğümüz de olurdu. Eşim, bu tada alıştı artık. Daban Gevreği aldığımız fırından ekmeğimizi de dün almıştık. Bugün hemen yemeye başladık. Eşim “Bu, hiç Tire’den aldıklarımıza benzemiyor. Bir kere kokusu farklı. Ufalanmıyor da…” diye övdü. Gerçekten öyleydi. Daha önce Tirelilerden aldığımız ufalanıvermiş, daha beyaz ve kokusuzdu. Pek tadına varamamıştık ama Ödemiş’in nohut mayalı tava ekmeğinin yeri ayrıydı. “Keşke daha çok alsaydık. Buzluğa atar, çıkarır çıkarır yerdik!” diye söyleniyordu eşim. Haymana Ovası hububat deposuydu ama bu kokuda, lezzette, tatta ekmek üretilemiyordu. Nohut mayasıyla ekmek yapmaya alışmamışlardı. Bazlama yetiyordu onlara. Acaba bu ender lezzetimizin de COĞRAFİ İŞARETİ alınamaz mı? Kula ilçesinin ekmeği kadar ünlenir, tanınır böylelikle. Hâlâ nohut mayalı tava ekmeğini çıkaran fırın(lar)a saygılarımı sunuyor, emeklerinden dolayı kutluyorum…

TEKZİP/DÜZELTME / 25 Eylül Cuma

Beni iyileştiren doktorumun mesajı / 9 Eylül Çarşamba gün ve başlıktaki notlarım şöyle bitiyordu:

….

Bu anısını Nazım Hikmet’in şu dizeleriyle sonlandırmış:

“Sen 9 Eylül dersin iki kelime,

Ben değişen yazgı anlarım, özgürlük anlarım, bağımsızlık anlarım..

Sen İzmir dersin iki heceyle, ben sevinçten ağlarım..

Sen 9 Eylül dersin iki kelime,

Ben onurlu bir halk anlarım, rüzgarın çevirdiği sayfa anlarım..

Sen İzmir dersin iki hece,

Ben saygıyla ayağa kalkarım..”

Eşim Safire ile ortak şu cümlelerle karşılık verdik:”Tarihe tanıklık etmiş kişilerle karşılaşmanız ve anılarınızı paylaşmanız bizi mutlu etti. Nazım’ın dizeleriyle taçlandırdığınız uygularınız bize güç, güven veriyor. İyi ki varsınız… En içten saygı ve sevgilerimizle…”

————————————————————————————————-

Aşağıdaki mesajı değerli okurum Mali Müşavir/Ekonomi Bilim Uzmanı Muzaffer Uslıca’dan 25 Eylül’de aldım. Adaletli, dikkatli ve özenli tutumu beni ziyadesiyle mutlu etti. Hem şair Haluk Işık’tan hem kendisinden özür diliyor, yanlışımı düzeltiyor, şiiri ve mesajı paylaşıyorum.

Ümit ederim Nazım Hikmet RAN’a ithaf ettiğiniz bu şiiri ilgili tarihli yazınızı tekzip ederek düzeltirsiniz. Gerçi şairi bulmam uzun sürdü ama yine de hakkı teslim iyi olur kanaatindeyim.

Sen 9 Eylül dersin iki kelime

Sen 9 Eylül dersin iki kelime

Ben değişen yazgı anlarım

Özgürlük anlarım, bağımsızlık,

Sen İzmir dersin iki heceyle

Ben sevinçten ağlarım

Tarihin başı mı dönmüş

Şimşek hızı geldiklerinde?

Şaşırmış mı toprak

Ayakları yere değmeyen atlar geçerken?

Önce deniz mi görmüş

Kavruk yüzlü neferleri?

Bugün 9 Eylül

Tam sırasıdır canlandırmanın hatıraları

Sen 9 Eylül dersin iki kelime

Ben onurlu bir halk anlarım

Rüzgarın çevirdiği sayfa anlarım

Sen İzmir dersin iki hece

Ben saygıyla ayağa kalkarım.

HALUK IŞIK

Özdereli dostlarımız Ödemiş’te Bizim arkamızdan Özdereli dostlarımız, üç aile toplam altı kişi iki özel araçla Ödemiş-Gölcük-Birgi turu için sabah 8’de yola çıktı. Sabah yolcu ettim. Bir aile çocukken, diğeri 15 yıl önce görmüş. Sonuncusu da HİÇ gelmemiş! Yolu tarif ettim. Töngül Pidesi için Katırcılar Sokak’taki dededen toruna özünü koruyarak 128 yıldır açık, şimdilerde İsmail Ağabey’in aile bireyleriyle birlikte işlettiği Meşhur Tarihi Töngül Pide Fırını‘nı özellikle belirtmiştim. Gölcük çıkışını Zeytinlik (Genev) üzerinden, dönüşü de Birgi yolundan yapmalarını salık vermiştim. Ben de onlarla birlikte gidecekmişim gibi davranıyordum. Akşam 20.00 civarında geldiler. Karşıladım. Mutluydular. “Güzel yerler” diye övüyorlardı. Sanırım alışkanlık yapar, her yaz gezerler! Olmazsa biz ayartıp bizim rehberliğimizde birlikte yine gezeriz, gezdiririz.

Evlat hasreti / 26 Eylül Cumartesi Elinde cep telefonu. Kamerası açık. Çekim yapıyor. Önce çarşamba günü kurulan Orta Mahalle Pazarı’nda rastladık. İkinci kez dün gece sahilde öğretmen arkadaşlarla karşılaştık. Yakındaki barımsı yerde canlı müzik vardı. Hem konuşuyor hem de çekim yapıyordu. Nedeni merak ettiniz değil mi? Nedeni, EVLAT HASRETİ. Tek çocuğu, iki torunu Almanya’da. Buradaki yaşamı canlı canlı paylaşıyor ki atlayıp gelsinler ve EVLAT HASRETİni bir nebze dindirsin…

Kadın Pazarcı çok! / 27 Eylül Pazar Benim için olağan bir durum. Pazarlarda kadın, Ankara’ya göre çok! Hem de pek çok! Nazar boncuğu gibi bir iki tanedir Ankara’da! Onun da sesi soluğu çıkmaz. Bir köşede gizler kendini.

Yağmalanan koylar / 28 Eylül Pazartesi Hafta sonu deniz kızdı bizlere. Bu sabah ne kadar yosun ve attığımız/kirlettiğimiz madde varsa hepsini kıyıya yığıverdi. Menderes Belediyesi ekipleri, kamyon kamyon topladılar. Denize girilecek gibi değil! Ver elini yağmalanan koylardan biri! Selahattin Amca eşiyle gitmiş, bize de tarif etmişti. Sora sora bulduk. Kıyıya varmadan 10 katlı iki tane otel karşıladı bizi. Biri salgın nedeniyle kapalı, çalışmıyor. Diğeri kaba inşaatı bitmiş, mevsim nedeniyle bekçiyle korunuyor. 50-60 metre yürüdük. Karşımıza yarım hilal şeklinde dupduru, dalgasız, kıpırtısız, hemen boy alan bir sahil çıktı. İnşaattan sıcak, kaynak suyu çıkmış onu boruyla denize vermişler. Suyu daha da ılıklaştırmış. Kayalara tırmanıp sıcak kaynak suya tutunanlar vardı. Ben gitmedim ama arkadaşlar ve eşim gitti. Çok küçücük koy, iki otele parsellenmişti. 49 yıllıktan aşağı verilmemiştir. Orta Mahalle, Çukuraltı sahilleri dışında her iki yöne -Selçuk ve Seferihisar- doğru tüm koylar yağmalanıyor…

Malatya’dan Recep Ağabey’i yitirdik Çok canım acıdı! Malatya’da 1978-1980 arasında öğretmenken TCDD’de revizörlük yapan Recep Benek Ağabeyim bana kol-kanat germiş, beni sahiplenmişti. Mahallemizden ilkokul öğretmeni Ramazan arkadaşımın hemşire ablasıyla tanışıklıkları vesile olmuştu tanışmamıza. Gece mesaisi biter, doğru Kanalboyu’ndaki okuluma gelir, bir çayımı içip giderdi. Bu, okuldaki terör yaratıcılarına mesajdı. “Sahibi var Mutahhar’ın!” demekti. Üç kız iki erkek çocuğundan hiç ayırt etmeden Müzeyyen Yenge’yle birlikte üzerime titrerlerdi. Her hafta sonu yatılı kalmak şartıyla beni Yeşilyurt’taki evlerine çağırırlar, beni memnun etmek için deli divane olurlardı. Yıllar sonra Ankara’da evimizde ağırladık, elimizden geleni yaptık. Göz Bankası’ndaki tedavisinde yardımcı olduk. Ankara’da Anıtkabir’i, Kale’yi birlikte gezdik. Hep fotoğraf çektik. Albüm yapıp sunduk. Sonra hep telefonlaştık. Hiç beklemediğimiz bir anda kargodan kasayla elma gelirdi Yeşilyurt’tan. “Zahmet etme” desek de kâr etmezdi! Ara ara ve deprem olduğunda, salgın başladığında telaşlanıp arardım. Salgında Yeşilyurt’a atmışlar kendilerini ve virüse yakalanmamışlardı. Her telefon açışımda “Mütayir, bir isteğin var mı?” deyişi, hoş bir seda olarak kaldı ve bir de anılarımız. Çok sigara içtiğinden ciğerler iflas etmiş. Çok canım yandı çok! Acımı tarif edecek sözcük bulamıyorum. Işıklar yoldaşı olsun!

Bir Adam Bu Kadar mı Haklı Olur? / 29 Eylül Salı Jean Edmond Cyrus Rostand (30.10.1894-04.09.1977) bir Fransız canlıbilimci (biyolog) ve düşünürdür (filozof). Deneysel bir canlıbilimci olarak etkin olan Rostand, bir bilim yazarı, bir düşünür ve bir eylemci olarak çalışmasıyla ünlü oldu. Rostand diyor ki: ”Bir gün atomun enerjisini serbest bırakacağız, gezegenler arası yolculuklar gerçekleştireceğiz. Ömrü uzatıp tüberküloz ve kanseri tedavi edeceğiz ama EN DÜŞÜK SEVİYELİ İNSANLAR tarafından yönetilmiş olmanın sırrını asla çözemeyeceğiz.”

Dün zatürree aşısı olduk! / 30 Eylül Çarşamba Dün Orta Mahalle ASM’den telefon geldi. Zatürree aşılarımız gelmiş. Bugün öğleden sonra gittik. İkimiz birden vurunduk. Grip aşısını sorduk. “Ekim sonu ya da Kasım başında eczanelere gelebilir” dediler. Doktora yazdıracakmışız, eczaneden alıp ASM’de vurduracakmışız. Koronavirüs aşısı belirsiz. Sorularımıza yanıt yoktu! Ankara-Sıhhiye’deki Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü, ilaç tekellerinin isteği ve Dünya Bankası’nın sağlıkta dönüşüm maskesi altında AKP tarafından kapatılmamış olsaydı, şimdi çoktaaan aşımızı üretmiş, vurunmuş ve hatta dış ülkelere satmış olurduk!

SON

Bakmadan Geçme