ÖZDERE GÜNLÜĞÜ-4

Küçük yerler, İtalyan Çukuru'dur! / 16 Eylül Çarşamba İtalyan Çukuru, 2-2.5 metre kadar derinliği olan, 3...

Küçük yerler, İtalyan Çukuru’dur! / 16 Eylül Çarşamba İtalyan Çukuru, 2-2.5 metre kadar derinliği olan, 3 metreye 4 metre ölçülerinde betondan bir çukurdur. Askerlikte sabahları yapılan Savaş Beden Eğitimi’nde pek çok kişinin çıkmakta zorlandığı engeldir. Küçük yerler de bir bakıma İtalyan Çukuru’dur. Daracıktır. Herkes birbirini tanır. Hem de ne tanıma! Yedi göbek soyuna sopuna varıncaya kadar… Bu nedenle her eyleminiz denetim altındadır. Duygularınızı çok açık edemez, dillendiremezsiniz. Görüşlerinizi “Yok şu darılmasın, yok bu incinmesin” vb. gerekçelerle yumuşattığınız ya da söylemekten kaçındığınız anlarınız olur. Sanki hep bir başka ağacın gölgesinde hayat sürersiniz. Bilirsiniz güneş görmemek, ışığı tanımamak, özgürleşememek demektir! Küçük yerler, İtalyan Çukuru’dur bir bakıma… Çukurdan çıkabilen, kolay kolay geri dönmez!

Siyek Karpuzu… / 17 Eylül Perşembe Yeni kuşaklardan bu karpuzu bilen yoktur. Tadını da tatmamışlardır. Uzun, lezzetli, bol sulu ve siyah-kahverengi çekirdekleri olurdu. Siyek kırında yetişirdi. Geçenlerde marketten gazetelerimi alıyordum. Emekli olduğum liseden öğretmen arkadaşım, Siyekli bir hemşehrimle tanıştırdı. İlk sorum:“Siyek karpuzu kaldı mı? Ekiliyor mu?” oldu. Yanıtı, kocaman bir “Hayır!” oldu. Ekledi:“Ama buraya diktim, olmadı hiç!” Geçenlerde Belediye Başkanımız Sayın Mehmet Eriş, “Ata tohumları”ndan elde edilen ürünlerin hasadına katıldı. Hatta bu ürünlerin Belediye Ahrandı Gazinosu’nda tüketildiğini söyledi. Bundan çok mutlu oldum. İsrail’in kısır

-hibrid-, şimdi Almanların egemen olduğu GDO’lu tohumları bırakıp kendi Ata Tohumlarımızı geliştirmeliyiz. Bağımlılıktan kurtulmalıyız. Ayrıca COĞRAFİ İŞARETİ alıp kentimiz adına onaylatmalıyız. Ben bir örnek verdim. Diğerlerini siz hatırlayın artık!

Dağa taşa konmak! / 18 Eylül Cuma İki aile, dört emekli. Geçen ayın ortalarında ikisi Ankara’dan yola çıktı. İzmir’de diğer iki kişiyle buluştu. Sora sora, dura dinlene kıyılardan azıcık bahçesi olan yer/arazi baktılar. İmarlı olmasa da olurdu. Denize ve merkeze pek uzak olmayan yerleri de dolaştılar. Dikili, Çandarlı, Bergama derken tamı tamamıyla bir ayı buldu araştırmaları. Arada sırada arkadaşımı arayıp gelişmelerden bilgi sahibi oluyordum. Özdere’den bilgi veriyordum. Bütçeleri yetmiyordu yazlık/imarlı arsa/arazi almaya. Sonunda altı dönümlük, imarsız, en yakın kente altı km uzaklıkta bir arazi buldular. Yolu var ama su, elektrik yok! İçine çelikten ya da prefabrik iki tane ayrı ev kuracaklar. Büyük büyük kayalar, 500 yıllık bir çınarıyla tam el değmemiş meralıklara yakın bir arazi. Gönderdiği videoda keyiften dört köşe olmuşlar, yer sofrasını kurup karınlarını doyuruyorlardı. Kısacası; şu salgın günlerinde yüzde 100 değil, 200 hatta 300 oranında fırlayan yazlık/imarlı arsa/arazi fiyatlarıyla baş edemediler. Çare, DAĞA TAŞA KONMAK idi.

40 Yıllık Hollanda İzlenimleri / 19 Eylül Cumartesi Dile kolay, tam 41 yıl. Hollandalı oldular. Eşi çalışmıyor. Kendi emekli öğretmen. Büyük çocuğu, Türkiye doğumlu. Oğlu cerrah. Küçüğü, orada doğdu. Kızı mimar. Hep Türkiye-Hollanda arasında kıyaslamalarla geçer sohbetlerimiz. Bu gece de öyle oldu. Yerleşmelerinin ikinci yılında milyonluk bir gösteriye tanık oluyorlar. Konya kadar yüzölçümü olan ülkeye 30 tane füze yerleştirilmek isteniyor Hıristiyan Demokrat hükümetçe. Hemen tepeden tırnağa örgütlü olan toplum ayağa kalkıyor. Ülkenin tarihinde dönüm noktası olacak bir miting düzenleniyor. Milyonu aşan yurttaş, karşı tepkisini koyuyor ve karardan vazgeçiliyor.

Başka bir örnek: Ülke yönetiminde Hıristiyan Demokrat da olsa tüm partiler, laik düzeni değiştirmek gibi bir eyleme, uygulamaya KAL-KI-ŞA-MAZ-MIŞ!

Adadere Yürüyüşü / 20 Eylül Pazar Özdere, adı üstünde deresi bol bir belde. Denize akanlar, evcilleştirilip kanallara bağlandı. Bugün sabahtan Kalemlik Ormanı yanındaki bölgeye Çevre Derneği’nden 5 aile-10 kişi yürüyüşe gittik. Geçtiğimiz yıllarda yanmış, dernekçe de ağaçlandırma yapılmıştı. Yürüyüş yolu, önceden Başkanımızla birlikte bir kişi tarafından geziliyor, inceleniyor. Sonra yola çıkılıyor. Herkesin elinde güç almak için bir sopa var. Bizde yok! En arkadan Başkan geliyor. Yavaş ve dikkatli yürünüyor. İlk 45 dakika doldu. Kahvaltıyı açık havada, koyu gölgeliği olan okaliptüs ve çam ağaçları altında verdik. Hazır ekmek arası tüketildi. Ya çay ya da su, içeceğimiz. Bu dinlenmede terleyenler giysilerini değiştiriyor. Eğlenmeden kalıyor, çevreyi gözleyerek yürüyoruz. İçlerinde Suriyeli kaçkın gençlerin olduğu altı kişilik bir kampa denk geliyoruz. Yaşımız gereği yangına karşı duyarlılık mesajı verip devam ediyoruz. Dikilen ağaçlar boylanmış. 15-20 kadar koyundan oluşmuş sürü yayılıyor. Eskilerden yıkık-dökük yel değirmeni hüzünlü duruyor. 2.5 saatlik yürüyüş bitiyor. Küçücük bir ada, önünde derenin denizle buluştuğu kısa bir sahil. Adadere adı bundan verilmiş. Bugün, benim için yine ÖZEL bir gün. İLK KEZ bu kadar uzun ve engebeli bir yürüyüş yaptım. Kendime güvenim daha da arttı. Yürüyüş boyunca dostlarımın gözleri üzerimdeydi. Her an yardıma hazırdılar. O zaman şunu söylemem gerek:YOLLAR BİRLİKTE AŞILIRSA GÜZELLEŞİR!

Kosta Rika’da “Pura vida/Hayatı yaşamak / 21 Eylül Pazartesi

“2014 yılının son günlerinde Kosta Rika’nın ‘mavi bölge’si Nicoya Yarımadası’nda 25 civarında 100 yaşından büyük insanın katılacağı bir parti olacağı haberini alan Ulusal Geriatri Merkezi Direktörü Doktor Fernando Martinez, başkentten araçla dört saat uzaklıktaki partiye mutlaka katılması gerektiğini düşünür çünkü bir yaşlı sağlığı uzmanı olarak bu kişilerle sohbetlerinden öğreneceği yeni şeyler olacağına inanır. İlginç şeyler duymaya hazır görünse de partide tanıştığı 108 yaşındaki Maria Francisca Castillo’dan gelen “Dans edelim mi?” teklifine o bile hazır değildi. Dostlarının Panchita diye hitap ettiği 1906 doğumlu kadın, yakındaki bir mütevazı evde yaşıyordu. Dört çocuğu da ona komşuydu. En yaşlı çocuğu ise 92 yaşındaki oğlu Pablo’ydu. “Biz, hiçbir şey enjekte edilmemiş gıdalarla beslendik. Şimdi ise bir şey enjekte edilmemiş gıda yok gibi. O yüzden bugünlerde herkes çok tembel” diye takılacaktı doktora Pachita ve sonra da keyifle gülecekti.

Gülmek’, geniş geniş gülmek, aslında mavi bölgelerin en önemli ortak özelliklerinden biri ama aynı zamanda Kosta Rikalıların artık onlarla özdeşleşmiş ‘pura vida (pür yaşam)’ kültürünün de en önemli elementlerinden biri. Kosta Rikalılar, bu yaşam felsefesi beyanını o kadar içselleştirmiş ki ‘merhaba’, ‘hoşçakal’ yerine veya ‘nasılsın’ sorusuna yanıt olarak ‘pura vida’ diyorlar. Ülkenin gayriresmi mottosu olan ‘pura vida’, tasasız, yarına dair hiçbir karamsarlık içermeyen, sahip olduklarından tatminkar, sahip olmadıklarına ihtiyaç hissetmeyen bir yaşamı ima ediyor. Çok eşyaya sahip olma kaynaklı bir mutluluktan ziyade deneyim kaynaklı bir mutluluk bu.

Farklı kuşaklardan bütün aile üyeleri, birbirine çok yakın yaşıyor ve sıkça görüşüyorlar. Kadınlar yaşamın içinde. Kadınlar, evlendikleri zaman soyadlarını değiştirmek zorunda değiller. ‘Kızlık soyadı’ diye bir olgu yok. Komşuluk çok güçlü. Gençlerden en yaşlılara kadar herkesin gün içinde birlikte olduğu ve eğlendiği bir sosyal çevresi var. Güçlü sosyal ilişkilerin depresyon önleyici gücü bilimsel araştırmalarla bile ortaya konmuş durumda.

Pura Vida’nın bir başka yansıması ise aktif günlük yaşam. Gün içinde çokça yürüyorlar. Çoğu işine yürüyor. Birçoğu, tarım ve toprakla saatler geçiriyor. Yaptıkları işlerden keyif alıyorlar. Çoğunluğun kendisi veya pazarda satmak için küçük çaplı tarımsal faaliyet yapması nedeniyle, organik ve sağlıklı beslenmede de bir ayrıcalığa sahipler. İşlenmiş gıdaların beslenmedeki yeri oldukça az. Özellikle Nicoyalılar, çoğunlukla sebze-meyve ağırlıklı bir mutfağa sahipler. Et tüketimi kısıtlı. Baklagiller ve mısır en önemli gıda. Şeker tüketimi az. İçme suları, mineral zengini ve temiz. Nicoya’da kireçtaşlarının arasından süzülüp gelen içme suları magnezyum ve kalsiyum zengini. Bu da yöre insanının kemiklerini oldukça güçlendiriyor ve 90 yaş üstü nüfusta bile kemik kırılması vakalarının oldukça düşük olmasına yol açıyor.”

(Kaynak: https://t24.com.tr/haber/kosta-rika-neden-dunyanin-en-mutlu-ulkesi,728607 Erişim:21.09.2020-23:31)

Bakkal Kuşağı / 22 Eylül Salı Büyüklerimizden “Bir kasabın, berberin, terzin, manavın, bakkalın olmalı!” cümlesini duymuşuzdur hep. Bizim kuşak, bir yerde Bakkal Kuşağı. Mahalle bakkalımız olurdu. Paralı-parasız, peşin-veresiye hiç önemli değil! Her tür ihtiyacımızı giderirdik. Kemal Ateş‘in “Veresiye Defteri” adlı yaşanmışlıkların romanı olan eserini okudunuz mu? Okumadıysanız öneririm. Bizim Bakkal Kuşağı’nın oluşumunu, gelişimini, dertlerini, mutluluklarını göreceksiniz o romanda. Salt bu yüzden Özdere’de gazetelerimi, ekmeğimi bakkaldan alıyorum. Bazen parayı unutuyorum. Hiç önemli değil! Sonraki gün ödüyorum. Sıcacık bir günaydınla başlıyorum güne…

Bakmadan Geçme