Okumuyoruz…

Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından oynanan 'Bir Ceza Avukatının Anıları' oyununda, Faruk Erem 'Suçluyu kazıyın altından insan...

Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından oynanan ‘Bir Ceza Avukatının Anıları’ oyununda, Faruk Erem “Suçluyu kazıyın altından insan çıkar” diyordu.

Sadece suçluyu mu?

Her toplumsal olayın arka planını incelediğimizde yine insan ve toplum çıkıyor. Ama biz her ne hikmetse olayı hazırlayan nedenlerle değil sonuçlarla ilgileniyoruz.

Osmanlı’da ve Türkiye Cumhuriyeti’nde darbeler tarihi, önemli ara başlıklarla doludur. Darbe kelimesinin kökeni Arapça ‘darp’ etmekten gelir. Yani zorla… İktidarı zorla ele geçirmek.

Herkesin kendi tarihi var Türkiye’de. Birinin ak dediğine başkası kara diyebiliyor.

Darbeler de böyle.

Geçenlerde bir belediye başkanı, Cumhuriyet için ‘darbe’ ifadesi kullanmıştı. Ben biliyorum ki bu belediye başkanı aynı zamanda Mehmet Akif aşığıdır. Peki bay başkan, Cumhuriyet’e darbe diyorsan Mehmet Akif neyin marşını yazdı!

Benim kuşağım, 1960 ve 71 darbelerini kitaplardan öğrendi. Darbenin iyisi kötüsü olmaz ama yaygın olarak 61 Anayasası’nın Türkiye’deki en demokratik anayasa olduğu söylenir.

60’ta üç üst düzey yönetici, 71’de ise üç genç devrimci idam edildi. Tabi bu üç devrimci genci kurtarmak amacıyla yapılan bir eylemin Kızıldere’de 10 kişinin katledilmesi ile sonuçlanan bir başka hazin öyküsü daha vardı. Deniz Geçmiş ve iki arkadaşı idam edilirken, Mahir Çayan ve 9 arkadaşı da Tokat’ın Kızıldere köyünde, kıstırıldıkları köy muhtarının evinde kurşuna dizildiler.

Toplumsal uyanış 71 darbesinin ardından durmadı. Durmayınca ABD de bu uyanışı bastırmak için boş durmadı.

1974-1980 arasında, ülke tarihinin en pis iç savaşlarından biri yaşandı. Sonucunda, 80’lere doğru yanılmıyorsan 5 bine yakın insan hayatını kaybetti.

Yaklaşık 50 kişi, 12 Eylül darbecileri tarafından idam edildi. ‘Neydi, nasıl oldu’ bu yazımın tartışma konusu değil ama 12 Eylül sonrasında da yüzlerce insan hayatını kaybetti. 60 darbesinin idam ettiği başbakan ve iki bakanın isimleri sonradan Türkiye’nin birçok sokak, cadde ve meydanına verildi. 71 ve 80 darbelerinden sonra öldürülenlerin adları ise hep yasaklı oldu. 60’ta idam edilenler kimilerince demokrasi şehidi kabul edilirken 71 ve 80 darbelerinden sonra öldürülenler terörist olarak kabul edilip adları meydanlara verilmedi… Onların hikayeleri kitaplara yazıldı.

12 Eylül 80 darbesi yazı hayatına da balyoz gibi indi. Yakalandıktan sonra tıraş olmadan gazetecilerin önüne çıkarılan örgüt üyelerinin önlerinde hep kitaplar, gazeteler ve dergiler oldu. Daktilolar, teksir (çoğaltma) makinaları… “Bakın işte teröristler hep okuyan insanlar arasından çıkıyor ve siz de okursanız böyle bir sonla karşılaşırsınız” mesajı açıkça verildi.

Edebiyat hemen pes etmedi tabii. Edebiyat, hiçbir zaman tarihin ya da siyasetin dışında olmamış aksine tam da içinde ye almıştır.

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını anlatan ‘Darağacında Üç Fidan’, 12 Mart sonrasının en bilinen kitaplarından idi.

Erdal Öz’ün “Yaralısın”, Sevgi Soysal’ın, “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”, Adalet Ağaoğlu’nun “Bir Düğün Gecesi”, Pınar Kür’ün “Yarın Yarın”, Çetin Altan’ın “Büyük Gözaltı” romanları…

1980’lerin hemen başında Orhan Pamuk, Mehmet Eroğlu, Latife Tekin ve Ahmet Altan’ın birden bire ortaya çıkması bir tesadüf değildir. 12 Eylül sonrası edebiyat dünyası, muhafazakâr ya da siyasal sağcı olarak görülebilecek yazarlardan öylesine uzaktı ki, zaten bu kesim 12 Eylül’e de ciddi bir tepki vermedi.

Şimdi diziler var TV’lerde romanların yerine… Konaklar, baba parası ile hayatını devam ettiren yakışıklı ve güzel gençler. Ve hizmetçiler. Hayattan kopuk insanlar. Çevremizde yaşamayan kahramanlar.

İşçiler, köylüler ve emeği ile geçinen insanların hayatları yok dizilerde… Propaganda amaçlı çekilen ve destekle yürüyen dizileri saymıyorum.

Kitaplar ise daha çok gençliğin bireysel ve psikolojik sorunları ile ilgili. Gazeteler gençliğin ilgi alanı dışında.

Geçtiğimiz dönem, Ödemiş’te Eğitim Sen Baştemsilciliği görevini yürüttüm. Bu nedenle fırsat bulduğum zamanlarda okulları gezdim. Öğretmen odalarını görüp değerlendirme olanağı buldum.

Tek bir şey söyleyebilirim: Artık öğretmen odalarında gazete bile yok!

‘Neden yok, niçin öğretmenler gazete almıyor?’ gibi soruların yanıtlarını size verebilirim ama eğer bir toplumun öğretmenleri kitap, dergi ve gazete okumuyorsa öğrencileri hiç okumaz…

Darbe sonrası yaşananlar, insanları örgütlenmeden uzaklaştırdığı gibi okumadan da soğuttu.

Öte yandan bugün ülkemizde gazeteler de bildiğimiz nedenlerden dolayı gazete olmaktan çıkmış herhangi bir partinin bülteni haline gelmiştir. Ya aktır ya da kara… Gazetecilik, büyük paralar isteyen iştir…

Açıkça söylemek gerekirse, ülkemizdeki yazı dünyası iyice parti taraftarlığına dönüşmüştür.

Ee bir de cep telefonlarının hayatımızdaki etkisini düşünürseniz…

İki kelime ile ‘yazık ki okumuyoruz’

Nedenler ve sonuçlar önemlidir…

Bakmadan Geçme