ÖDEMİŞ BELEDİYESİ ve BİZ!

Sevgili dostlarım, hepimiz biliyoruz ki 3 ve 13 Eylül arası şehrimizin geleneksel 35. Ödemiş Milli Fuarı...

Sevgili dostlarım, hepimiz biliyoruz ki 3 ve 13 Eylül arası şehrimizin geleneksel 35. Ödemiş Milli Fuarı ve aynı tarih aralığında Ödemişin kurtuluşunun 97. yılı etkinlikleri birlikte düzenlendi. Belediyemizin her iki geniş organizasyon için özverili çalışması ve organizasyonların belki de %95’inin sorunsuz geçmesi, hem basın gözümle hem de vatandaş olarak mutlu etmiştir. Umuyorum bu köşeden yolu geçen arkadaşlarım, bunların birçoğuna iştirak etmiştir.

Belediyenin bu süreci içinde emek gösteren hem Ödemiş Belediyesi mensuplarını hem de arşivleme çalışması yapan TV9İzmir emekçi çalışma arkadaşlarımı gönülden kutluyorum.

Ben, her zamanki gibi gözlemlerimi farklı açılardan değerlendirerek ele alacağım. Açılışlar, konserler, paneller, yarışmalar derken etkinliklerin sonuna geldik sayılır. Bu süreçte dışarıdan bir göz olarak beni etkileyenlerin başında Ödemiş gençleri vardı. Zira konserlerde her şarkıya eşlik etmeleri, her müziğe uygun dansları ve hır gür çıkarmadan konserler sonrası ayrılmaları, takdire şayan bir durumdur. Ve hepsinin gözlerinden öperim.

Ve sporcu gençler; hırsları, başarı için çabaları, eforları, arkadaşları ile aralarındaki tatlı rekabetlerinin de düzeyi gözümden kaçmadı. Aslına bakarsanız Ödemiş gençlerine yatırım yapılsa ne burayı terk etmek için gün sayacaklar, ne buradan şikâyet edecekler ne de dışarıya okumaya giden arkadaşlarına imreneceklerdir. Dönüp kendi şehirlerine yatırım yapmak, gelişimine ve değişimine katkı sağlamak, onların en birinci isteği olabilir(di).

E bu gençleri de geliştirecek; sistemin başındaki ağabeyler, sonra o şehrin eğitim kurumları ve eğitimcileri ve en öncesinde de ailelerdir.

Şimdi evet konserlere, eğlenceye onlarca genç akın etti ve yaklaşık on gün boyu eğlenerek stres attılar. Bu kısım cepte, tamamdır. Peki, şehrine farklı üniversitelerden akademisyenler ve tarih uzmanları geldiğinde aynı gençlerin panellere katılımları yok denecek kadar azdı. Kendi tarihini doğru dillerden öğrenmek bir yana böyle bir sosyal aktivite içinde bulunmalarını sağlamak, en öncelikle evladı olan hepimizin göreviydi.

Şunun farkına hepimiz varmalıyız: “Demek ki burada bir şeyleri eksik yapıyoruz.” Bunun suçlusu, ASLA GENÇLER olamaz. Lakin zaten aradığımız da SUÇ ya da SUÇLU olmamalı. Hepimiz düşünmeli ve gelecek sosyal aktivitelerde gençleri nasıl daha heyecanlı ve farklı içeriklere dahil edebiliriz bunu konuşmalıyız. Biz onlara bu yaşlarda ne verirsek onu alır ve kopyalarlar.

Evlatlarımız, elbette eğlenecekler, kafelere gidecekler, internet ortamında gezinecekler ama bunların bile düzen haline alınması, sadece aile, sadece eğitimcilerle, sadece kamu spotu ile değil.

Tüm ahalinin amacı; gelişmiş, yenilenmiş, algısı yüksek, iyi ahlaklı, çalışkan, başarılı, güven veren, vicdanlı, sevgi ve şefkati doğru manada alan ve kullanan gençlerin varlığını artırmak olmalıdır.

“Benim evladım” düzeni devam ederse bir gün senin evladına o hiç önemsemediğin başkasının evladı sirayet eder ve neye uğradığını şaşırırsın. O yüzden bütün gençleri kendi evlatlarımız gibi kabul etmeli ve ona göre davranmamız gerekmektedir. Ülkenin geleceği onların elinde. Elbette elinde olmayan sebeplerle başka iletişimler içinde olan gençlerimiz vardır, olmaya da devam edecektir. Ancak bir tane, bir tane daha iyileştirilmiş gence sahip olmak, zamanla diğer gençlerin de “çoğunluğa uymaya çalışacaklarını” gösterecektir.

Çoğunluk, her zaman doğru olan değildir. Buradan bu sonuç çıkmasın aman ha! Ancak doğru olduğu algısı ve bilinci uyanırsa “onun içinde” kendileri de var olmaya çalışacaklardır (Uzun süredir bu algının ters açısını yaşadı bu millet, iyi biliriz yani bu durumu). Bu sefer doğru olan için uğraşmaya ne dersiniz?

Televizyonlar yeni sezona başlayacaklar. Yine vurdulu kırdılı silahlı diziler, bir omuz aşağıda bir omuz yukarıda sahte kabadayılar. Kadına zulmü haklı göstermese bile sürekli dram içeren diziler ve ruhu karartan onlarca yapımlar.

Yukarıda belirttim ya, tek elden asla başarılı olamayız. Evet, ilk öğretici ailedir. Ve ilk öğretmen de annedir. Hamurunu nasıl yoğurursan evladının artık korkmana gerek yoktur. Öyle de devam eder(di) bizim zamanımızda olan durumdu elbette bu. Şimdilerde verilmeye çalışılan ahlak harici ailelerin denetimi, takibi, ilgisi, çocuğunun çevresini tanıması gerekmektedir. Ancak bizde durum nedir? Maddi sıkıntılara boğulan babanın buna imkanı, imkansızlık yüzünden stres topu niyetine kullanılan sözlü ya da fiziki şiddet gören kadının da buna enerjisi kalmıyor. Ve çocuk, bu ilgisizlikte kaybolup gidiyor.

Hepimiz, üstümüze düşeni almak zorundayız. Eleştiri olacak elbette, onlar da bir gün eleştirmekten “daha çok ŞEY yapmak” zorunda olacaklarını anlayacaklardır. Eminim!

Korkmadan ve şeklen değil, yürekten bu konulara dair kurumların, sosyal etkinliklerin ve oluşumun gönüllü neferleri olarak “ben de varım” demeliyiz. Yoksa halimiz duman diyeyim!

Huzur ve şansla kalınız inşallah.

Sevgiler…

Bakmadan Geçme