• Haberler
  • ihale
  • O koltukta yücelttiğin benliğine çok acıyorum

O koltukta yücelttiğin benliğine çok acıyorum

Mesleki hayatımızda, özel hayatımızda sergilediğimiz tavırları sergilememiz pek mümkün değil. *** Annem ve babam için çocuk,...

Mesleki hayatımızda, özel hayatımızda sergilediğimiz tavırları sergilememiz pek mümkün değil.

***

Annem ve babam için çocuk, kardeşim için abla, yöneticilerim için çalışan, aile büyüklerim için torun, kuzen, yeğen kimliği taşırken sokakta yani sizin gördüğünüz imajımla mesleğimi yansıtmak durumundayım.

***

Haber nedeniyle birinin karşısına otururken de kurumumun vitrini olduğumu düşünür; halime, hareketime dikkat eder, gazeteci statüsüyle otururum. Genel olarak enerjik, sevimli iltifatlarını çok duyarım ama mesleki anlamda agresif, inatçı olduğumu da çok duyuyorum. Mesleğimizin adı insan. “İnsanlarla uğraşmak” adlı terimin günümüz dünyasında, içinde bulunduğumuz koşullarda çok da kolay olmadığını hepimiz biliyoruz. Hepimiz, farklı kimliklerle bu dünyaya gelmişiz ve yaşımız ilerledikçe bu kimliğe sığdırılmaya çalışılan onlarca statüyle yaşamımızı sürdürüyoruz.

***

Mesleki olarak kendime bir şeyler kattığım çokça olay yaşadım. Bu olaylar, kimi zaman benliğime ağır geldi. O anlarda bağlı bulunduğum kurumu temsil etmekte, hatta gazeteci olduğumu hatırlamakta zorlandım. Bu mücadeleyi içimde verirken dışarı yansıtmamak pek kolay olmuyor. Yıllandıkça daha profesyonel mi yoksa çok daha amatör mü davranacağımı da karşılaştığım insanlar gösterecek sanırım. Ne olursa olsun, Ödemiş’in en objektif gazetecisi olduğum konusunda ısrarcıyım. Kendime uyguladığım oto sansürler, hiçbir zaman kendi menfaatlerim doğrultusunda olmadı. Dört yıl gazetecilik okuyup gazetecilik etiği çerçevesinde haberler yapacağıma yemin ettim ve şimdi o doğrultuda işler yaparak kimliğimi kendi adıma onurlandırdığımı düşünüyorum.

Bir dönem kendi adıma insanlardan çeşitli konularda çeşitli yorumlar gördüm. Sosyal medyanın kimliğimiz üzerindeki yıkıcı gücünü ve linç kültürünü iyi bilen, bu konuda okumalar yapmış biri olarak bazı şeylerin farkında da olsam yorulduğumu söylemekten gocunmuyorum. Bunun acizlik olmadığını, tam aksine bu durumu kabullenerek güçlendiğimi ifade etmeye çalışıyorum.

***

Peki, neden yoruluyorum ben?

Basın kartımı unuttuğumda, “Hemen istifa et” dedikleri için mi?

Aynı olayda, “Senden gazeteci olmaz” dedikleri için mi?

İstediğini yapmadım diye, “İnşallah günün güzel geçmez. Hiçbir işin rast gitmez, dua et kadınsın” dedikleri için mi?

Sen Bilirsin’de giydiğim kıyafeti beğenmeyip, “Yataktan kalkmış gelmiş sanki. Ekrana yakışan bir muhabir istiyoruz” dedikleri için mi?

Ödemiş Tostçular Sokağı’nda her zaman aynı esnaftan tost yerim, sırf yandaki esnaftan yemediğim için, “Sen, esnaf ayıran bir kişisin. Saygısızsın. Senden gazeteci falan olmaz” dedikleri için mi?

***

Evet, bu cümleler de benliğimi çok yoruyor. Bazen bulunduğum kimliği taşıyamıyor gibi hissediyorum. İnsanlara pozitif yaklaşmanın, değer vermenin ceremesini çekiyormuşum gibi hissediyorum bazen. Bütün bu laflar ve daha fazlasıyla yeni tanışıyor olmanın bir yorgunluğu var ama alıştıkça gülüp geçmekten başka çare kalmıyor. Dolayısıyla ben de gülüp köşe yazımda mutlaka ‘geçiriyorum’. Klavye şaklabanlarının yüreğimi, mesleğimi incitmesine izin vermemeye mücadele ediyorum.

***

Bunlar, aşağıdan yukarıya her gazetecinin yaşadığı klasik linç kültüründen öteye gidemiyor zaten ama dahası da var. Anlatamadığım ama bağırmak istediğim dahası var. Şimdi ben, size bir masal anlatacağım.

***

Bir varmış bir yokmuş… İdeallerinin peşinden koşmaya karar vermiş bir kız, ideallerinin ilk ve en masum basamaklarını kendi doğup büyüdüğü memleketinde tırmanmak istemiş. Kız çocuğu, başta oldukça saf ve iyi niyetli iken zamanla insanların çıkarcı tavırlarından yorularak dönüşmeye başlamış. İşini yaparken önüne engel koymaya çalışan çokça insan olmuş. Kız, daha ilk basamağı tırmanırken çok yorulmuş ama tırmanmak istediği merdivenin sonundaki ışığa inanarak güçlükle devam etmiş basamakları çıkmaya. En yakınları, elinden tutmuş. Doğru insanlarla birlikte yürümenin tadına varmış kız basamakları çıkarken.

Basamakların bir tanesinde bir haberi nedeniyle ilçede önemli bir konumda olan bir yönetici karşılamış kızı, karşısına oturtmuş ve açık açık tehdit etmiş. O yönetici, neye güvenerek bunu söyledi bilinmez ama “O haberi kaldır küçük kız. Yoksa bizimle alakalı tüm haberlerini bundan sonra yalanlarım” demiş. Gözlerini belerte belerte tehdit cümleleri savurmuş, aklınca akıl vermiş. Kızı önce kendi vicdanıyla, sonra da kapkara kalbiyle hapsetmiş. Cümleleriyle hançerlemiş kızı. Kız, o basamağı çıkamamış bir süre, belleğinden silememiş.

***

İnanın bana, bu masalın başrolü olmak çok zor. Bunca liyakatsiz, kırıcı ve kaba insanın içinde olduğu gibi görünen bir insan olmak çok yorucu. Benim kimseyle derdim olamaz. Tek derdim Ödemiş’tir. Derdimin derdi de vatandaşımın derdidir. Ben, benim gördüğümü herkes görsün, duysun isterim ama öyle ya, özellikle devletin kurumlarında ‘o’ koltuklara oturmuş yöneticiler, kapalı kapılar ardından her gün birilerinin canını acıtmaya devam ediyor.

***

Ben, kimsenin demediğini demiş gibi gösteremem, kimseyi kimseyle çarpıştıramam, birilerini incitemem. İncittiysem de bu bilerek olmamıştır, haksızsam delikanlı gibi özrümü dilerim ama bunların da hiçbirini unutamayacağım. Unutursam da kalbim kurusun zaten. Bu da böyle biline.

***

Bu masalın sonunda bana ve arka belleğime kalan bir ton üzüntü oldu. “Haberlerini yalanlarım” sesini hayatım boyunca unutabileceğimi sanmıyorum. O cümlede bana bakan bir çift gözün söylediği asıl şey şuydu: “İşini doğru yap. Doğru yap hadi, ne yaparsan yap benden kurtulamazsın.” Kapıdan girerken ben de yarattığı izlenimi çıkarken ayaklar altına aldı. Peki onun umurunda mı? Hiç gece yatağına yatarken düşündü mü acaba ne yaptığını? Vicdanının sesini benim için de bir kez dinledi mi? Atmayan kalbi, bir kez olsun çarptı mı o an? “Ne yaptım ben?” dedi mi acaba?

***

Bence asla demedi çünkü o, o koltuğun ona fısıldadığı şeyleri söyledi. O da koltuğunun zincirlerine sıkı sıkıya bağlı, bu nedenle kendisine çok acıyorum.

***

Masalımın sonu, eminim benim için iyi bitecek. İnsan gibi yaşadığım sürece, hakkımı ve hakkınızı insan gibi yaşattığım sürece bu masalda acınan kişi ben olmayacağım.

Sizden; “Nasıl kalpsiz olunmaz?”, “Nasıl adaletli olunur?”, “Nasıl doğru insan doğulur?”, “Nasıl özgür olunur?”, “Nasıl insan kalınır?” hepsini 20’li yaşlarımda öğreniyorum. Ben, sizin yaşınıza geldiğimde şimdi yorulduğum bu merdivenin basamaklarına tehditle, şantajla değil; alın terimle geleceğim için kendimle bir kez daha gurur duyacağım. Umarım bu kirli dünya, bir başka genç için beni de sizin olduğunuz konuma düşürmez. Umarım sizin olduğunuz dünyayla hiç karşılaşmam. Umarım her zaman kendi yolundan giden, kalbi ferah bir kadın olarak terk ederim bu dünyayı.

Başkası mı, başka çarem yok. Hiç de olmayacak.

Bakmadan Geçme