O anı yaşamak…
Ordaydım diyebileceğiniz kaç önemli olay hatırlıyorsunuz! Zülfü Livaneli'nin 'Doğdukları Yerde Ölenler' adlı şiiri ve bu şiire...
Ordaydım diyebileceğiniz kaç önemli olay hatırlıyorsunuz!
Zülfü Livaneli’nin ‘Doğdukları Yerde Ölenler’ adlı şiiri ve bu şiire yazılmış bir müzik çalışması vardır belki bilirsiniz:
“bozkırda bir kasabadan geçerken
tozlu yolda iki sıralı kahveler
öyle sakin kıpırtısız
otobüsü süzerler
doğdukları yerde ölenler
sıcak öğle sonları, kan uykularda
serinliği dipsiz kuyuların
soğutulmuş testilerde sızıntı
güneş birden devrilir gider
ve geceleri titrer fenerler
hiç şikayet etmezler
doğdukları yerde ölenler
dağ başında bir köyde
kar altında dal gibi bir kız
munzur dağı gibi köye yazgılı
çeşme başındaki gülüşmeler
dünya onlar için dönmez
bilmezler yol yorgunluğunu
sesleri yankı bulur
hep aynı kayadan, aynı saat diliminden
düşlerinde çin ü maçin’e giderler
doğdukları yerde ölenler”
Ben bu müziği dinlediğimde, etrafında ne olup bittiği konusunda meraksız olan insanları düşünürüm hep: Köyünden hiç dışarı çıkmamış, yani ne öğrendi ise öylece kalmış insanları. Dünya yansa belki de hiç haberleri olmayacak insanları. Her şeyi ‘Allah’ın takdiri’ yorumu ile karşılayanları…
Büyük çoğunluğu saftırlar; hem temiz hem de bilgisiz…
Hep yönetilenler… Nereye ve kime oy verdiğini bile bilmeyenler…
“Böyle gelmiş böyle gider!” diyenler…
Ve de her şeyi bildiğini ve gördüğünü sananlar…
**
Zaman zaman çeşitli gezilere ve kültürel etkinliklere katılırım. Son zamanlarda bu tür etkinliklerde bir grup insana takıldım gidiyorum desem yeridir. Hani geçtiğimiz günlerde yazdığım bir yazıda “Ben gollere değil amigolara takılırım” falan demiştim ya! İşte o amigolara benzeyen insanlara.
Turla yaptığımız bir İstanbul gezisinde, tur refakatçilerimizden biri elindeki selfi çubuğuna yerleştirdiği cep telefonu ile durmaz görüntü çekiyordu.
İnsan, görüntü ve foto çeker tabii ki ama onun çekim tarzı bambaşka bir durum idi.
Gezdiği yerlerin havasını solumak ve anı yaşamak yerine habire çekim yapmak! Hem de kendisini görüntünün içine alacak yetenekle. Gözünü telefon kamerasından ayırmadan… Düşmeden ve gruptan kopmadan… Çekim de çekim olsa hani! Sürekli hareket halinde… İzlerken bile yoracak cinsten…
Ben ânı yaşamak taraftarıyım. Eğer bir konsere gitmiş isem orada o şarkıları canlı canlı izlemek ve enstruman çalan biri gibi oradaki havayı solumak isterim. Ya da bir tiyatroya gitmiş isem kendimi oyunun içine atmak ve kahramanlardan birisi olmak isterim.
En ufak bir aykırı hareket dikkatimi dağıtır benim. Yanımdakinin tespih çekmesi veya ikide bir yorum yapması gibi…
Eğer haber veya yazı için kullanmayacaksam telefonumu veya fotoğraf makinemi kapalı tutarım. Kullanacaksam da en ölü yerden, yani kimseye çaktırmadan üç beş poz alırım; o kadar.
Ânı, dikkatle izlemeye çalışırım. Belki o yüzdendir eleştirel bakışlarım!
Son zamanlarda bu tür etkinliklerde onlarca kamera görüyorum. Herkes bişeyler çekiyor. Kimi de akıllı telefonlarla canlı yayın yapıyor. Belki de o an, gelemeyen herkesin kendi yaptığı çekimi izlediğini sanıyor. Çekiyor da çekiyor! Ne yapacak veya nerede kullanacaksa o çektiklerini!
Bence etkinliği düzenleyenler başta bir uyarı yapsa ve dese ki: “Arkadaşlar biz sizin için çekim yaptık; isteyenler şu siteden veya adresten fotolara ulaşabilir. Bırakın makineleri ve siz sadece oyunu izleyin!”
Ânı yaşamak taraftarıyım. Hadi bundan böyle daha duyarlı davranalım yanımızdakilere…
Öyle sakin, kıpırtısız, otobüsü süzer gibi izleyelim etkinlikleri…