Ne Eksik

Bir zamanların –ki o zamanlar bizim okullu olduğumuz yıllardı- meşhur bir anket sorusu vardı. 'Issız bir...

Bir zamanların –ki o zamanlar bizim okullu olduğumuz yıllardı- meşhur bir anket sorusu vardı.

”Issız bir adaya düşseniz, yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu?”

Herkesin buna düşünüp taşınıp tartıp vereceği bir yanıt elbette ki vardı. Hala da vardır sanırım. Ancak artık insanlar yükte hafif, pahada ağır olanları tercih ediyor desek boş olmaz.

İnsanların büyükçe bir bölümünün geçim derdinde olduğu bir yerde eğlence, ancak eğlenenleri seyretmekle mümkün.

Koltuğunuza kurulup açıyorsunuz sihirli kutuyu. Alıyorsunuz elinize sihirli değneğinizi -kumandanızı- başlıyorsunuz, o kanal senin bu kanal benim dolaşmaya.

Günün her saatinde Kemal Sunal filmi bulmak mümkün. Günün yirmi dört saati var.

Arayıp da bulamayacağınız program türü nerdeyse yok. Geziden ekonomiye, yemek, spor, siyaset, din, moda, güzellik, sağlık… Ne ararsan her şey. Çalgı, çengi ve halay. Müzik de var elbette.

Sanırım en az yer tutan program türü mizah. Ancak birkaç kanalda mizah programına rastlıyorsunuz. Neden azdır? Mizah programı diye sorsak, üç beş dakika bu konuda kafa yorsak bulacağımız pek çok yanıt olacaktır.

Hoşgörünün azlığı ilk sırada yer almalı belki. Şiddetin giderek yaygınlaştığı bir toplumda her geçen gün hoşgörü ve sevginin azalması kaçınılmazdır.

Gün geçmiyor ki birileri çıkıp başka birilerinin yaşamına bir şekilde tacizde bulunmasın.

İkinci bir neden dilimize duyduğumuz saygı ve özen olmalı. Mizah yapabilmek için kişinin dilini çok iyi kullanabilmesi ve dile hâkim olması gerekiyor. Ayrıca ortalamanın üstünde bir zeka gerek.

İnsanları ağlatmak son derece kolaydır. Bunun için bilgi ve beceriye, kültüre ihtiyacınız yoktur. Zaten bunların yokluğu da kişiyi şiddete yönlendirir.

Oysa bir insanı ya da kitleleri güldürebilmek sanıldığının aksine zor bir iştir. Emek ister.

Gündüz saatlerinde hemen hemen pek çok kanalda rastlayabileceğiniz evlendirme programları var. Bir tarafta evlenmek isteyenler diğer tarafta ya da telefonun öbür ucunda isteklileri.

Kolay ve masrafsız programlar. Bir sunucu bir de orkestra kâfi. Bir şey düşünüp taşınmaya da ihtiyaç yok. Belki milyonlarca insan ki sık kullanılan tabiriyle yetmiş milyon hiç emek verilmeden hiçbir estetik ve yarar kaygısı güdülmeden hazırlanmış bu programları izliyor.

Kişiler arasındaki diyalogları izlediğinizde “İşte kara mizah bu” diyorsunuz. İlkokuldaki çocuğun bile bu diyaloglardan kat kat nitelikli şeyler ortaya koyabileceğini düşünüyorsunuz. O pırıl pırıl çocuklar büyüyüp bu hale geliyorlar. Şaşırmıyorsunuz elbet.

Büyüklerin hazırladığı bunca özensiz TV programı özellikle çocukları ve gençleri olumsuz etkiliyor. Görsellikten başka hiçbir estetik kaygıları yok neredeyse.

Bu programları seyrede seyrede pasifleşiyor insanlar. Konuşmayı unutuyorlar. Konuşabilenlerin de ikinci cümleleri şu. Ben öyle demek istememiştim. Kişi düşüncelerini bir açıklama ya da düzeltme gerektirmeksizin ifade edebiliyorsa dilini iyi kullanabiliyor demektir.

Düşündükleriniz ile söyledikleriniz bir türlü birbirini tutmuyor ise bu kişinin kendini ifade edemediği anlamını taşır.

Toplum olarak bizleri güldürecek en azından gülümsetecek bu uğurda emek harcayan insanlara ihtiyacımız var. Çokça mizah ve çokça mizah ustalarına. Evde, sokakta, yolda ya da TV de. Kısacası her yerde.

Nasrettin Hocalara, İncili Çavuşlara, Namık Kemallere, Bektaşilere. Temel’e, Dursun’a, Fadime’ye.

Gülümseyin gülümsetin.

Sevgi, dostluk ve umutla.

Bakmadan Geçme