Miskin ademoğulları…

Dil, din ve ırk tarihleri ilginç olaylarla doludur. Bazen insana 'Hadi ya!' dedirtecek cinsten bilgilerle karşılaşırsınız…...

Dil, din ve ırk tarihleri ilginç olaylarla doludur.

Bazen insana ‘Hadi ya!’ dedirtecek cinsten bilgilerle karşılaşırsınız…

Örneğin, ben size Ötüken ormanlarında yaşayan Türklerin hayvan sembolü olarak kurt değil dağ keçisini seçtiklerini söylersem ne dersiniz?

Ötüken ormanları Moğolistan’ın sınırları içindedir. Orhun ırmağı ile vadisi de öyle.

Moğolistan, bugün bile soğuk bir ülkedir. 8 ay kar altında kaldığı söylenir.

Türkler 9 ve 10’uncu yüzyıllardan itibaren daha sıcak bölgeler olan batıya doğru göç etmeye başladıklarında Fars, Arap ve İslam kültürleri ile tanışmışlardır. Bir kısım Türk boyları batıya göç ederken, İslam kültürü de doğuya doğru yayılmaktadır.

‘Büyük buluşma’ bugünkü İran coğrafyası çevresinde olur. Bu nedenledir ki Namaz ve Peygamber gibi isimlendirmeler Türkçe’ye Arapça’dan değil Farsça’dan geçmiştir.

Peygamber’in Farsça’daki kelime anlamı ‘haberci’ ve ‘elçi’dir.

Türkler, Ötüken ormanında yaşarlarken peygamber yerine ‘yalavaç’ kelimesini kullanmışlardır.

**

Bugün sıkça kullandığımız üstat ve erbab kelimelerinin kökeni de Arapça’dır.

Üstād ‘öğretmen, sanatkâr’ anlamındadır. Usta da ‘üstat’dan bozmadır. Bizde, işi iyi bilen anlamında kullanılır.

Erbap (Erbab) da Türkçe’ye Arapça’dan giren bir sözcüktür. ‘Büyükler, ulu kişiler, ustalar’ anlamındadır.

Kelimenin tekili ‘rabb’dır.

Rabb da “ulu kişi, efendi, sahip, tanrı” anlamında kullanılır.

‘Yā rabbī’ deyince ‘Ey rabbim’ demiş oluyoruz. Dolayısıyla kelimenin sonuna eklenen ‘m’ gereksizdir.

Aynı ‘çaydanlık’ kelimesinde olduğu gibi.

Çay, Türkçe’ye Çince’den girmiştir. ‘Çay/dan’ Farsça’da ‘çaylık’ anlamındadır. Biz kelimeye bir ‘lık’ eki daha ekleyerek ‘çaylıklık’ anlamına getirmişiz. Aslında en doğrusu ‘demlik’tir. Çünkü o alette sadece çay bitkisi demlenmemektedir. Örnek verirsek kekik ve ıhlamur da demlenmektedir.

Yeri gelmişken ekleyeyim: Eski Türkçe’deki Tengri sözcüğünün anlamı da bizim bugün algıladığımız anlamdaki tanrı değildir. Tengri ‘gök’ demektir.

Orhun Yazıtları’nda ilk çözülen sözcüktür Tengri…

“Üze kök tengri asra yağız yir kılındukta”

Bugünkü Türkçe ile “Üstte mavi gök, altta kara yer yaratıldığında.”

Bu arada eski Türkçe’deki ‘gök’ yerine bugün Arapça’dan dilimize giren ‘mavi’ sözcüğünü tercih ediyoruz ki o da başka bir durumdur…

Eski Anadolu Türkçesi’nin en büyük şairlerinden biri olan Yunus Emre bir şiirinde şöyle seslenir:

“Bu dünyada bir nesneye / Yanar içim, göynür özüm / Yiğit iken ölenlere / Gök ekini biçmiş gibi”

Buradaki ‘gök’ de ‘olgunlaşmamış’ anlamındadır…

“Geldi geçti ömrüm benim / Şol yel esip geçmiş gibi / Hele bana şöyle gelir / Bir göz açıp yummuş gibi”

“Miskin ademoğulları / Ekinlere benzer gider / Kimi biter kimi yiter / Yere tohum saçmış gibi…

Bakmadan Geçme