Laiklik neden gerekli?
Kelime köklerini önemsemek gerekir. Kelime kökenleri, geçmiş ile ilgili bilgiler saklar içinde. Kelime kökenleri tarihtir. Etimoloji,...
Kelime köklerini önemsemek gerekir. Kelime kökenleri, geçmiş ile ilgili bilgiler saklar içinde. Kelime kökenleri tarihtir. Etimoloji, köken bilim demektir. Kelime kökenlerinin nereden gelip nereye evrildiklerini bilirsek köklerimizi de öğrenmiş oluruz.
Örneğin ‘Yavuz’ kelimesi. Çoğu insan bu sözcüğün ‘iyi, güzel, yakışıklı’ gibi anlamlar içerdiğini düşünür ama bu doğru değildir. Kelimenin Eski Anadolu Türkçesi’ndeki karşılığı ‘kötü, yaramaz’ şeklindedir.
Osmanlı Padişahı Sultan Selim’e de ‘yavuz’ lakabını bu yüzden vermişlerdir. Zaman içinde eski anlamı unutulmuş, bugün sözcük tam tersi bir anlama evrilmiştir.
Peki neden ve kimler bu lakabı Sultan Selim’e vermişlerdir?
- Osmanlı padişahı 1. Selim’den söz ediyoruz.
Tarih kitapları, hakkında şöyle yazıyor: “Tahtı devraldığında 2.375.000 kilometrekare olan Osmanlı topraklarını sekiz yıl gibi kısa bir sürede 2.5 kat büyütmüş ve ölümünde imparatorluk topraklarının 1.702.000 kilometrekaresi Avrupa’da, 1.905.000 kilometrekaresi Asya’da, 2.905.000 kilometrekaresi Afrika’da olmak üzere toplam 6.557.000 kilometrekareye çıkarmıştır. Padişahlığı döneminde Anadolu’da birlik sağlanmış; halifelik Mısır Memlükleri’ne bağlı Abbasilerden Osmanlı Hanedanı’na geçmiştir. Ayrıca devrin en önemli iki ticaret yolu olan İpek ve Baharat Yolu’nu ele geçiren Osmanlı, bu sayede doğu ticaret yollarını tamamen kontrolü altına almıştır.”
Bugünkü İran’daki Şii Safevi Devleti ile yapılan Çaldıran Savaşı’nın tarihte önemi büyüktür. Tarihi bilgilere daha ayrıntılı girmeyelim. İsteyenler, kaynaklardan daha ayrıntısı öğrenebilir.
Padişah Selim’e ‘yavuz’ lakabını takan Alevilerdir. Çünkü Padişah Selim, Alevi ve Türkmenlere karşı büyük bir sindirme ve yok etme eylemi içinde olmuştur.
Konumuz şimdi bu değil. Konumuz laiklik…
Laiklik, Cumhuriyet döneminde tartışması çok yapılan bir kavramdır. Kelime kökenine girersek yine bu yazıda içinden çıkamayız.
Bilirsiniz, öteden beri laikliğin ‘dinsizlik’ olduğunu öne süren çevreler vardır. Bu bakış açısı bir bakıma doğrudur ama bu dinsizlik, kişinin dinsiz olmasını değil devletin dinsiz olması gerektiğini savunur. Devlet, bir yönetim aracıdır. Yani bir ülke, herhangi bir dinin veya dinsizliğin kurallarına göre yönetilmemelidir. Yaninin yanisi devlet, yönettiği yurttaşların karşısında ‘tarafsız’ deyim yerinde ise ‘dinsiz’ olmalıdır.
Kişi, inancını istediği gibi yaşayabilir ama inancını devlet zoruyla herkese dayatırsa işte o zaman laiklik önemlidir.
Biliyorsunuz dini kurallar da her zaman tartışma konusu olmuştur. Örneğin birçok İslamcı tarikatın kendine özgü İslam yorumu vardır. IŞİD’e bakarsanız minareler bile Kurani yani İslami değildir.
İslam dinindeki kurallar bütünü, terim olarak ‘fıkıh’ veya ‘şeriat’ olarak da karşımıza çıkar.
Tarikatlar, görünürde yorum farklılığından ortaya çıkmıştır ama genellikle bir yorumcunun, düşünürün veya tasavvuf ehlinin peşine takılma sonucunda taraftar toplamıştır.
Evrensel hukuk mu, şeriat hukuku mu! Şeriat hukukunda bütün tarikatların kabul ettiği bir bütünlükten söz edemeyiz. Aslına bakarsanız evrensel hukuk için de geçerlidir bu durum. Kurallar durağan değildir, günün ihtiyaçlarına göre sürekli değişirler.
Velhasılı, yani sonuç olarak eğer bir ülkenin hukuk sistemi, o ülkenin egemen güçleri veya egemen tarikatı tarafından belirleniyorsa diğer inançların o ülkede özgürce yaşama şansı yok denecek kadar azalır. İslam ülkelerinden kaçışın en önemli nedenlerinden biri de budur. Eğer iddia edildiği gibi şeriat yasaları özgürlük getirseydi bu kaçış, doğudan batıya değil, batıdan doğuya gerçekleşirdi. Batı toplumları, bu tartışmaları bundan 500 yıl önce aşmış. Orada Orta Çağ karanlığında verilen büyük mücadeleler sonucunda bilim ve insancılık (hümanizm) öne çıkmış.
Evrensel hukuktan kastım; dünyanın geneli tarafından kabul edilmiş, en geniş insan haklarını barındıran, özgürlükçü bir hukuk sistemidir. İnançların güvencesi de işte bu evrensel hukuk normlarıdır.