Koşul

Çok nadir olarak rastlıyorum. Bir banka oturmuş kitap okuyan bir gence ya da minibüste kitabına dalmış...

Çok nadir olarak rastlıyorum. Bir banka oturmuş kitap okuyan bir gence ya da minibüste kitabına dalmış birine. Bir kitap üzerine sohbet ederken de kimseye tanık olmadım yakınlarda.

Üzülüyor insan.

Mutsuz oluyor.

Yaşamda iyi ya da kötü her şey televizyon ekranındaki gibi akıp gidiyor. Üzerine düşünmek, konuşmak, irdelemek mi? O da yok çokluk.

Üzülüyor insan.

Umudunun azaldığını hissediyor.

Evde var olan eylem, her zaman sokağa yansır çünkü. Sokaktaki şiddet, şüphesiz evdeki şiddetin ne denli artmış olduğunun bir göstergesi.

“Şiddet”, hoşgörüsüzlük.

Hoşgörü, sevgi demek.

SEVGİ İÇİN DE ÇOKÇA OKUMAK GEREK. ÇOKÇA OKUMAK.

Okumanın gerekliliğine, kitabın yararlı olduğuna hepimiz gönülden inanırız. Ancak bu pek çok kişide-ki bu toplumun çok büyük bir bölümünü oluşturuyor-bu alışkanlık gelişmez.

Bir sorunun nedenlerini bulmak, o sorunu ortadan kaldırma yönünde atılmış önemli bir adımdır. Zira yanlış tespitler, kişiyi ana sorundan uzaklaştırdığı gibi yeni sorunların da ortaya çıkmasına yol açar.

Neden okumayız? Bu sorunun en dişe dokunur yanıtı, ihtiyaç hissetmememizdir.

Öğrenme, yeme, içme, uyuma, gezme gibi temel bir ihtiyaçtır. Pek çok kişi okumayı bir ihtiyaç olarak görmez. İhtiyaç olarak görülen ise ders kitapları ve derse yardımcı kitaplardır.

Bizim kuşak ve ona yakın olanlar bilirler. Pek çok kişi ders kitaplarının içine yerleştirdikleri Tommiks, Teksas, Red Kit çizgi romanlarını okurlardı. Her biri ya öğretmenlerinden ya da anne babalarından bu nedenden dolayı azar işitmişlerdir.

O yıllarda televizyonun çok yaygın olmayışı, tek kanallı oluşu, internetin olmayışı okuma alışkanlığını besleyen iki ana etken idi.

Cep telefonları, internet ve çok kanallı televizyonlar, insanların yaşamını öyle bir doldurdu ki kitap okuma alışkanlığı giderek azaldı.

Bir ülkenin gelişmişliği, o ülkede basılan, okunan kitap sayısıyla orantılıdır şüphesiz.

Ekmek midenin açlığını doyurur. Kitap, beynin açlığını. Beyni hiç acıkmayan insan ya her şeyi bildiğini sanan bir ukaladır ya da bir beyni olduğunun farkında değildir.

“Bir insanı sevmekle başlar her şey” der Sait Faik. Kendisi çok sevdiğim şair ve yazarlardan biridir.

“Sevmek” yaşamanın nitelikli yaşamanın ön koşuludur. Sevmek için ise “tanımak “ gerekir.

Tanımak, bir çabadır.

Tanımak, önyargısızlık.

Tanımak, pozitif olmaktır.

Beklentisizliktir.

Romanlar, öyküler, masallar, denemeler, fıkralar, biyografiler okundukça vücudumuzdaki sevme kanalları çalışır. Çeşitlenir. Bu çeşitlilik hoşgörüyü ve iyiliği beraberinde getirir.

Okunan şeyler azaldıkça kişi, daha çok kendi kabuğuna çekilir. Kendi bildiklerini kutsamaya, yüceltmeye başlar. Bu, beraberinde öfke ve nefreti getirir.

Bir insanı tanımadan sevmek, tanımadan nefret etmek kadar tehlikeli bir eylemdir. Sevseniz de nefret de etseniz mutlaka bundan zarar gören biri ya da birileri olacaktır. Bir şeyin gerçek değerini tartmada en içi ölçü bilgidir.

Kitap okuma için harcanan çaba, bizi başka insanlara yaklaştıracak hoşgörümüzü artıracaktır.

Sevgi, dostluk ve umutla…

Bakmadan Geçme