Keşke doğru kullanmasını bilseler *

Tanıyanlar bilir, çocukluğum ve gençliğim Kaymakçı'da geçti. Ara sıra boşluk olsa da üniversiteyi bitirdiğim 80'li yılların...

Tanıyanlar bilir, çocukluğum ve gençliğim Kaymakçı’da geçti. Ara sıra boşluk olsa da üniversiteyi bitirdiğim 80’li yılların sonlarına kadar Kaymakçı’da idim. 1990 sonunda öğretmenliğe başladım ve geliş gidişlerimin arası açılmaya başladı.

Doğma ve büyüme yeri huzur verir insana… Canım sıkıldığında şöyle bir gezer gelirim…

**

Eskiden bahçe göçümleri olurdu. İncir zamanı geldi mi herkes, pılısını pırtısını öküz ya da camız arabasına yükler, bütün yazı geçireceği ovadaki incir bahçelerine göçerdi. Asmalar, ayva ve nar ağaçları ile türlü türlü incir ağaçları… Üç metreden kova ile çekilip içilen tertemiz kuyu suları…

Merhum başyazarımız Mustafa Erdal Amca’dan bu bahçe göçümlerini anlatan bir öykü yazmasını çok istedim ama olmadı…

Kadınların dışarı çıkarken siyah zar veya renkli peştamal giydikleri fakat saçın iki teli ile ilgili günah hesabı yapmadıkları yıllardı…

Anneannemle babaannemin bahçeleri yan yana idi. Bir de komşuları vardı, Musa Emmi…

Deveci Paşa Musa ve karısı Fadime Teyze…

Kaymakçı’da yaklaşık 10 aile vardı devecilik yapan… Paşalar da onlardan biri idi…

Develer, Kaymakçı’nın sokaklarından geçerken yol kenarlarındaki dut ağaçlarının yapraklarını yemesinler diye ağızlarına file geçirilirdi. İpekböceği, sadece dut yaprağı ile beslendiği için dut yaprağı değerli idi.

Zırt pırt geçen araç olmadığı için sokaklarda mahalle maçı yapardık. Arada önden bir eşeğin çektiği ardı ardına dizilmiş develer geçerdi. İki devenin arasından geçmek cesaret isterdi. Bazı cahil cesareti olan arkadaşlarımız, devenin altından geçerdi karşıdan karşıya. Devenin güçlü tekmesi olduğu söylenirdi ama kim dinler!

Paşa Musa Emmi, benim üniversiteye başladığım yıllara kadar yaşadı. Yaz tatilinde bahçede sohbet ederken sormuştu bana Sirkeci’yi…

“Sirkeci’yi biliyon mu sen?”

Musa Emmi, askerliğini İstanbul’un en merkezi yeri olan Sirkeci civarında yapmıştı… Sormadım ama belli ki başka yere de gitmemişti. Anlamıştım… Onun için varsa yoksa Sirkeci idi İstanbul…

“Bilirim Musa Emmi” derdim…

Musa Emmi, askerlik dönüşü bir daha gidememişti İstanbul’a… Asker arkadaşları ile de görüşme fırsatı olmamıştı…

O zamanlar ne Facebook vardı ne de Whatsapp…

Şimdi öyle mi!

Yatılı okuduğum lise arkadaşlarım, sonra Belçika’daki arkadaşlarım… Üniversite arkadaşlarım… Ve ilk görev yaptığım okuldaki öğrencilerimle öğretmen arkadaşlarım.

Şimdi hepsi facebook’ta…

İletişim teknolojisi, doğru kullanılabilirse büyük bir buluş… Ölçülü ve gerektiği zaman…

Lafı bugünkü gençlere ve öğrencilerimize getireceğim.

Bugün gençlerimiz, ne yazık ki bilgisayar oyunu ve sosyal medya olarak adlandırılan facebook ve benzeri paylaşım sitelerinin bağımlısı haline geldiler. Yürürken bile gözler, ellerdeki cep telefonlarının ekranlarında. Sanki bir şeyleri kaçıracaklarmış gibi…

Derslerde bile 3-5 dakika bu ekrana bakmadan duramıyorlar. Ellerinde olmayınca eksiklik hissediyorlar. Onca uyarıya, yasaklamaya alıkoymaya ve cezaya rağmen ille de bakacaklar o ekrana.

“Hocam, dayım arıyor konuşabilir miyim!”

Yuh artık!

Sınıfta dersi dinlemek yerine Facebook’ta beğen, paylaş peşinde olan gençlerin telefonlarını alıyorsunuz, peşinizden ayrılmadıkları gibi beş dakika sonra aileden biri gelir: “Hocam, benim oğlan/kızın telefonunu almışsınız!”

Geçtiğimiz gün bir haber dikkatimi çekti:

“İzmir’de öğrencilerini disiplinsiz davranışlarından caydırmak amacıyla oluşturduğu sınıf kumbarasına 10, 25, 50 kuruş para ve ayakta durma cezası veren öğretmen Pelin Ergül Kurt, bir velinin şikayeti üzerine yer değiştirme ve maaş kesintisi cezası aldı.”

Buyurun buradan yakın…

Cep telefonları, sigara ile birlikte ikinci bir oyuncak halini almış durumda.

Paşa Musa Emmi, bizi kendi çocukları gibi severdi. Biz zamanımızı ağaçların üstünde geçirirdik. Kimi zaman sabah evden çıkar, akşama kadar sokaklarda belenirdik… Saklambaç’ta fotoromanlar takip ederdim.

İnternet kafeler yoktu. Bırakın cep telefonunu, ev telefonları bile yoktu. Arabalarımızı telden, topacımızı kalın ağaç dallarından, sapanımızı da hayıt çatalından yapardık.

Şimdi incirler de bitiyor, mahalle maçları da…

Cep telefonları, çağın en önemli hastalığı…

Anası babasında yok ama öğrencide var!

Keşke doğru kullanmasını bilseler…

Paşa Musa Emmi bugün yaşasa idi ne derdi bu işe bilmem ama eşi Fadime Teyze çalışkan bir kadındı. Ruhları şad olsun…

* Bu yazı 2017’nin Mart ayında yayınlanmıştır.

Bakmadan Geçme