Kapılar

Kapılar vardır. Derme çatma, boyaları dökülmüş. Bu halleriyle yaşlanmış, yaşamın yükünü üzerinde taşır gibidir. Dokunsan mutlak...

Kapılar vardır. Derme çatma, boyaları dökülmüş. Bu halleriyle yaşlanmış, yaşamın yükünü üzerinde taşır gibidir. Dokunsan mutlak bir yeri kırılır. Zaman, insanın duyarlılığını arttırdığı gibi onu da kırılgan bir hale getirmiştir.

Demir kapılar. Çelik kapılar. İşlemeli, resimli, süslü kapılar. Bana hep güvensizliği ve korkuyu çağrıştırır. Açılması zor kapılardır bunlar. İnsanlar, birbirlerinden uzaklaştıkça daha sağlam, dayanaklı kapılar yapıyorlar.

Eskiden çift kanatlı büyük tahta kapılar vardı. Açıldığında kocaman bir bahçe ve taşlık. Kapının önünden geçerken mutlaka birkaç çocuğun orada oynadığını görürdünüz ya da bir kadının çamaşır yıkadığını yahut ekmek pişirdiğini.

Bir kapının önünde durup kapıyı çalarsınız. Sevgi dolu şefkatli bir sesin:

-Kim o? diye seslenmesini beklersiniz. Birkaç saniye sonra bu sese ayak seslerinin karışmasını umarsınız ve kapının açılmasını.

Kapı açılmadığında ya da o özlediğiniz sesi duymadığınızda biraz içiniz burkulur. Ne yapacağınızı bilemezsiniz. Bu birkaç dakikalık kararsızlık anı geçicidir elbette. Biraz kırgın, biraz umutsuz uzaklaşırsınız. Gelirken olduğu kadar istekli ve hızlı değildir adımlarınız.

Evlerin kapıları vardır. Sokakların, caddelerin, şehirlerin hatta ülkelerin bile.

İnsanların da kapıları vardır. Bazısı bir söz, bazısı bir bakış, bazısı da bir küçük tebessümle açılır.

Yediğiniz gevreğin küçük bir parçası yeter bazen. Bazen de bir dilim elma, bir dilim portakal açıverir o kapıyı.

Kapısız insanlar da vardır. Pek çoğunuz etrafına baktığında bunlardan nicelerini görür. Birbirinin hakkını gözetmeyen, kalp kıran, yürek yakan insanların kapıları, yalçın kayalarla örülmüştür. Onları aşındırmak, bir küçük kapı aralamak zordur. Dostlukları yorar insanı. Arkadaşlıkları azaltır. Hele bir de yaşamınızı paylaşmak zorundaysanız onlar, sizin için bir ömür törpüsüdür.

Bazı insanların kapıları hayvanlara kapalıdır, toprağa, çiçeğe, gökyüzüne. Yazık ki bir miktar para, bir avuç değerli taş için toprağın altını üstüne getirirler. Daha çok para hayaliyle ağaçları keserler, milyonlarca canlıyı yuvalarından ederler, umudu küle çevirirler, yeşili çöle.

Gözümüzün ferini çoğaltan insanların oturduğu evlerin çok kapısı vardır. Orada yaşayan insanların yüreklerinden taşan sevginin bir çekimi. Adımlarınız asla bu çekime karşı koymaz.

Bir şiir, bir roman, bir öykü ya da bir masal. Şehirlerin, sokakların, bulvarların kapılarıdır şüphesiz. İstanbul’u düşünün. Her taşına şiir yazılmış bir şehirdir o. İstanbul kokulu sevdalar vardır. İstanbul gibi yakan acılar ve İstanbul gibi sızlayan ayrılıklar.

”İstanbul’un orta yeri sinema

Garipliğim mahzunluğum

Duyurmayın anama”

diyor Orhan Veli. Onun gözünden baktığımızda kaç hikaye canlanır gözümüzde. Her şiir bir hikayedir diye düşünürsek yüzlercesi elbette.

Ağa çeken kadınların hikayesi belki. Belki de akşamüstü muhallebicide telaşla buluşmuş aşıkların. Derdini sözcüklere sığdıramamış bir şair belki. ”Geldi bahar ayları, gevşer gönül yayları” deyişindeki gibi delifişek bir delikanlı. Her şiir İstanbul’u çoğaltır. Semtleri, sokakları,caddeleri çoğalıverir usumuzda.

Yollara, dağlara, yıldızlara, köylere, denizlere kısacası her şeye bir anlam yükleyenler, onları güzelleştirip bize armağan edenler, kendi dünyalarımızda o güzelliklere köprü olanlar sanatçılardır. Her sanatçı, bir dünyanın kapılarını açar. Her zevke, her anlayışa uyan bir dünya mutlaka vardır.

Knut Hamsun, yirmi dört saat yıldızlı kuzey göklerini armağan eder. Yunus, Anadolu’nun kapısıdır. Hayyam, İran’ın.

Türküler, şarkılar, maniler, deyişler yüzlerce yıldır gönüllere açılan kapılardır.

Kapılarınızın barışa, sevgiye, hoşgörüye ve umuda açılması umuduyla…

Bakmadan Geçme