HUZUREVİNDEKİ HİSSİYATIM

Yılını tam olarak hatırlamıyorum. Fırsatım olduğunda huzur evlerine ziyareti çok severim. Ancak son ziyaretim sonrası yaşadığım...

Yılını tam olarak hatırlamıyorum. Fırsatım olduğunda huzur evlerine ziyareti çok severim. Ancak son ziyaretim sonrası yaşadığım anı beni çok etkilemiş olmalı ki uzun zamandır huzur evlerine ayaklarım gitmez oldu. Neden mi diye merak ediyor olmalısınız, bir annenin özleminden yüreğinin kavrulduğuna ilk defa bu kadar yakından tanıklık ediyordum. Efendim, hadise şöyle vuku bulup şekillendi.

Elimde mis kokulu birkaç çiçek, çocuklar misali heyecan içinde İzmir Narlıdere Huzur Evi’nin yollarına revan oldum; önüme gelen herkesle sohbetler yapıyor, kendimce de hayır dualar aldığımı zannederek içim içime sığmıyordu. Ta ki o teyzeyle sohbet edinceye kadar… Hatice Hanım teyze daha önce buralarda kimsenin bana söylemediği sözün lakırdısını yapmıştı. Sözleri at sineği misali uykulardan uyandırır cinstendi, uzun süre anne ve çocuk kavramı üzerinde düşünmedim değil. Belki de o hanım teyzenin haleti ruhiyesi ve sonradan okuduğum benzer hikâyelerin de tatsız kıskacında ebeveyn olmanın zorluklarını düşündüm. Belki de bu sebepten bilinmez ama çocuğum olsun istemedim. Teyzenin tam on ikiden vuran o sözü şuydu : ‘ Sen neden geldin benim yanıma, ben çocuklarımı istiyorum, senin ziyaretinle mutlu olmam ben…’ Bir annenin huzur evindeki huzursuzluğunun mutlaka görünmeyen planda nedenleri ve niçinleri vardı. Konuşmak istediğini hissettiğimden, dolaylı olarak teyzenin yaralı yüreğini dillendirmek istedim. Dile gelen yüreğinde aslında kendine karşı son derece eleştiri bombardımanını da taşıyacak kurşun askerler barınıyordu. Anne olduğunun farkına kırkından sonra vardığını, çok ufak yaşta evlendiği için çocuklarına ana olamadığını mertçe söyleyebilmişti. Çocuklarına ana olamadığını, onlarla vakit geçiremediğini anlatırken yıllar öncesine dönüp ah o yılları geri getirebilsem de telafi edebilsem der gibiydi. Kim bilir bir yerlerde de evlatları anaları hatırlarına düştüğünde aynı duygu içerisinde kendilerini eleştirecekler ama iş işten geçiyor zaman denilen hazine mazi denilen anılara kaydoluyor.

Hatice Teyzenin elini öpüp hayır duasını aldıktan sonra içimden haykırmak geldi. Ey analar ey babalar ne olur, evlatlarınızla birebir vakit geçirin ki sonra bedeli çok pahalı oluyor. Elbette ki nice farklı hikâyesi olan ebeveynler de kimi zaman aynı vefasız akıbetle karşı karşıya gelebiliyor. Bu da ayrı bir konu muhakkak lakin ana baba olmak hayatta en zor meslek desek yanlış olmaz.

Güzel ülkemde kurs üstüne kurslar açılıyor, hemen her konuda sertifika programları oluyor da hayatta en önemli mihenk taşı olan ebeveyn olmaya karşı bir kurs var mı bilemiyorum. Olmalı mı derseniz; cevabı, huzur evlerinin varlığı en tescilli cevap olacaktır. Dört gözle beklediğimiz, uğruna şarkılar bestelenen milenyum yıllar önce kapılarımızı çaldı. Bizlere cicili bicili hediyeler getirdiğini zannettiğimiz Milenyum teknoloji gibi bir harikayı ellerimize bırakırken; vefaya dayalı samimi karşılıklı capcanlı sohbetleri bir hırsız edasıyla çalıp götürdü. Ne ana çocuğuyla ne çocuk anasıyla sohbet ediyor. Herkesin elinde akıllı telefon, kendi dünyasının yalnız kovboyu ya da Don Kişot’u kesilirken; birbirimizin yüzüne, gözlerine bakmaya korkan şapşal hırsızlara döndük. Aile sıcaklığında kurulan sofraları, o sofralarda ailenin bireyleriyle sağlıklı iletişimler kurduğu anlam dolu sohbetler muhakkak bir yerlerde halen vardır. İşte bu şanslı ebeveynler ve evlatları arasındaki kurulan sıcacık sevgi bağı, huzur evlerinde aranılan; ama bulunmayan huzuru sağlar. Çocuğun eline verilen akıllı telefon cebine sıkıştırılan para hiç kimseyi iyi ana ya da baba yapmaz yapamaz. Bugün bundan daha fazlasını burs altında veren kişiler de o zaman anadır ya da babadır! Ne acı değil mi, yine aylardan kasım sanki sen de kaldı bir yarım şarkı nakaratını söylemek istemiyorsak huzur evlerinde huzuru arayan yollarını acaba bugün mü gelecek diye bekleyen Hatice Teyzeler gibi olmak istemiyorsak ana baba olmayı öğrenelim, evlat sahibi olmak bambaşka bir dünyaya seyahatin diğer bir adıdır, unutmayalım. Çocuklarımızla birebir nitelikli birliktelikler kuralım, onlara vakit ayıralım. Vakit ayıramadığımız zaman dilimi olursa da muhakkak telafisini yapalım. Sevdiğimizi hareketlerimizle göstermekle yetinmeyelim onlara dokunalım sevdiğimizi bizzat kendimiz söyleyelim. Pahalı hediyeler ile değil anlamlı küçücük hediyeler ile sürprizler yapalım. Onları hiç ama hiç kimseyle kıyaslamayalım. Şunu iyi bilelim ki evlenmek başka bir şey ana baba olmak çok daha başka bir gerçeklik… İçsel olgunluğa hazır olmadan evlat sahibi olmamaya dikkat ederken evlat sahibi olduğumuzda insan-i kâmil olma yolunda ruhen yükselmeye gayret edelim ki çocuklar gıdayla büyür, sevgi ve anlayışla kişilik sahibi olur. Onlar bizim yarınlarımızdır.

Geçen Ramazan Bayramı’nda Alanya Radyo Time’da Huzurevi ve Bayram programımızda da yine bu konulara değinmiştik. Bu yazıdan önce yine bir başka huzurevi ziyaretimiz oldu. Huzur-evi ve nice huzursuz mutsuz yaşlı; peki onları da iyi anlamaya çalışalım ki onlar da nice tecrübe hazineleridir.

Bakmadan Geçme