Hemen şimdi!

Cam kırıklarıyla dolu beynim, kırılmış ve parçalanmış düşüncelerimle aynı odayı paylaşıyorum. Tahammül edilemeyeceğini düşündüğüm her acıya...

Cam kırıklarıyla dolu beynim, kırılmış ve parçalanmış düşüncelerimle aynı odayı paylaşıyorum. Tahammül edilemeyeceğini düşündüğüm her acıya alıştı artık bu koca yüreğim. Acıya alışmak, alıştırılmak ya da zorunda olmak. Neydi istediğimiz hayattan, sadece birazcık huzur ve mutluluk değil miydi? Neden birbirimize küçük mutlulukları çok görüyoruz ki? Neden hep acıyı yaşıyoruz? Birlikte yaşadığınız o güzel anları hatırlayıp mutlu olmuyoruz ki? Çünkü egoist bir varlıktır insanoğlu ve kendini vazgeçilmez sanmıştır her zaman. Kendinizi vazgeçilmez sanmaktan vazgeçin, herkes herkesten vazgeçebiliyor. En gitmez dedikleriniz bile gitmedi mi hayatınızdan. Hangisini hatırlıyorsunuz, her zaman en sonuncuyu. Ya daha öncekiler. Unutmam sandıklarınız. Çektiğiniz acılar (-ki çekmeniz gerekmiyordu) özlemeleriniz. Hepsi birer alışkanlıktı aslında en son neye alıştıysanız onu istedi hep beyniniz. Alışkanlıklarınızdan kurtulun şimdi, bırakın arkanızdaki her şeyi. Bugün buradasınız ve yanınızda yeni ışıklar, yeni umutlar var. Sarılın onlara. Muhtemelen onlar da gidecek bir gün ya da siz onlardan gideceksiniz. Geçen hafta yazdığım gibi dalından kopan her bir sonbahar yaprağı aslında daha büyük bir aşk için kopmuştur. Ve buna da şiir yazılır.

Yaprakları aşka susamış bir kentin yapraksız çocuklarıydık…

Avuçlarımızda hüzün, yüreğimizde keder…

Mutluluk saklanmış düşlerimizin

uykusuz geceleri gibi, apansız, derin…

Yıllarını yollarda kaybetmiş; rüzgârın peşinden koşan serüvencilerdik…

Yaprakları aşka susamış bir kentin yapraksız çocuklarıydık…

Akşamları tütün sarar, yağmurun şarkısını dinlerdik…

Ve hep bir ağızdan

“SEHER VAKTİ LEYLİM LEYLİM”…

Düşlerimiz dönerdi gündüze, zulmün kanını içerdik…

Yaprağımız yoktu oysa ve biz yine de silerdik gözlerimizdeki yaşı… Yüreğimizde yaşlanan, yaşlandıkça kararan masmavi bir acıyla…

Yaprakları aşka susamış bir kentin yapraksız çocuklarıydık…

Bizi anlatırdı tarih kitapları, türküler bizi söylerdi.

Ve toprak ısıtırdı yorgun bedenlerimizi,

biz toprağı kanımızla ısıtmıştık.

İşte ödüyor toprak vefa borcunu…

Elleriyle sarıyor ya üşüyen bedenlerimizi,

üzerimize titriyor ya…

Yaprakları aşka susamış bir kentin yapraksız çocuklarıydık…

-Ki rüzgar çalmıştı yapraklarımızı…

Peşinden koşarken yitirdiğimiz zamanlarda,

takılıp aşkların dallarına teker teker düştük…

ve rüzgar alıp götürdü götürebildiği kadar uzağa…

Durdu zaman, durdu dünya…

İşte bu yüzden biz: Yaprakları aşka susamış bir kentin yapraksız çocuklarıydık!!!

Ellerimizde bir avuç toprak, üşüyen ayaklarımızın altında kabaran bir dünya…

…Uykuluyuz basamıyoruz toprağa.

Geri çekiliyor toprak ve basıyor havayı sessiz bir çığlık. Topraktan ürkek bedenleri ile filizleniyor sevdamız

ve haykırıyor toprak:

İnce, derin ve anlamsız bir kuytuda,

anlaşılmamış,

eksik kalmış hayalleriyle,

güçleriyle,

inançlarıyla ve sevdalarıyla yürüyen;

YAPRAKLARI AŞKA SUSAMIŞ BİR KENTİN YAPRAKSIZ ÇOCUKLARI İÇİN!!!

Bakmadan Geçme