Haziran Güncesi

Haziran. Yılın en sıcak aylarından biri. Bazen sıcak bir havadan, bir kürek ateşten daha yakıcı şeyler...

Haziran.

Yılın en sıcak aylarından biri.

Bazen sıcak bir havadan, bir kürek ateşten daha yakıcı şeyler olabiliyor yaşamda.

Neler mi? Haksızlığa uğramak, incitilmek, vakitsiz ölümler, ayrılıklar, tutulmamış sözler, içi boş söyleyenine bile hiçbir şey ifade etmeyen sözler…

Dışarıda kumru sesleri.

Araya başka kuşların da sesleri karışıyor.

Oysa yaşamda ne çok insana rastlıyoruz kargadan başka kuş tanımayan. Varsa karga, yoksa karga.

“Ben bilirim.

Ben iyi bilirim.

En iyisini ben bilirim.

Benden başka kimse bilmez.

Bilirim

Bilirim, bilirim.

Ben hep bilirim…” teranesini asla dilinden düşürmeyenler.

Ve bu şarkıyı zevkle dinleyenler, alkış tutanlar, eşlik edenler…

Kuş sesleri devam ediyor. Kumrular susmuş bir süreliğine.

Karşıda yolun hemen yanında sıvasının büyük bölümü dökülmüş, kerpiç duvarlı bir ev. Çatısı da duvarları gibi zamana karşı duramamış. Büyük bölümü göçmüş.

Uzak.

Çok uzak değil aslında. Ancak bulunduğum noktadan evin oturulabilir durumda olmadığı anlaşılıyor. Pencerelerinde yaşam emaresi bir perde var mı yok mu seçilmiyor.

Eskiler pencere önlerine vita kutularına dikilmiş çiçekler dizerlerdi. Sardunyalar, sakızlar, küpe çiçekleri… Karanfiller burcu burcu kokan. Her biri rengarenk çiçekler açarak sarkar, el verirlerdi gelip geçenlerin yüreklerine.

Şimdi çok uzaklardan bir horoz sesi duyuluyor. Kuşlar hala devam ediyorlar günün türkülerine.

Eski evler.

Eski sokaklar.

Ve eski insanlar.

Bir demet hüzün aslında. Ve unutulmuş onlarca yüzlerce belki de daha çok anı. Pek çoğunun tanıkları bile göçüp gitmiş bu dünyadan.

Ne kalıyor ki insandan geriye? Evler, sokaklar.

Bir de kitaplar var. Zamana tanıklıklarını hep sürdüren. Bir şeyi hep canlı tutmak ancak yazıyla mümkün.

Ne demişler, “Söz uçar, yazı kalır.”

Sevgi, dostluk ve umutla.

Bakmadan Geçme