Hayırlı günler…

Türkçe, bilindiği gibi dünyada en çok konuşulan diller arasında yer alır. Türkçe, hem en çok hem...

Türkçe, bilindiği gibi dünyada en çok konuşulan diller arasında yer alır. Türkçe, hem en çok hem de en geniş coğrafyada konuşulan bir dildir.

Moğolistan’dan Kanada’ya kadar Türkçe konuşan insanla karşılaşabilirsiniz. Dünyada kaç milyon kişinin anadili Türkçe’dir bilemem ama bizim dilimiz de bir dünya dilidir.

Türkçe’nin anayurdu bugünkü Mogolistan sınırları içinde kalan Orhun bölgesidir. Ural-Altay dağları ile Yenisey ırmağı çevresi, Türkçe’nin eldeki en eski yazılı belgelerini barındırır. 7 ve 8. yüzyıla ait taş üstüne kazınarak yazılmış bu tarihi belgeler, eski Türk kültürü hakkında da en sağlam bilgileri verir.

Dilciler, bu dönemde konuşulan Türkçe’ye ‘Eski Türkçe’ adını verir.

Eski Türk topluluklarının iki yazı dili vardır. Bunlardan biri Göktürkçe, diğeri de Uygurca’dır. Göktürk ve Uygur, iki Türk devletinin adıdır. Diller, ait oldukları ulusların adı ile anılırlar.

Türkler, bilindiği gibi çeşitli nedenlerden dolayı 8 ve 9. yüzyıllardan itibaren batıya doğru göç etmişlerdir. Bu göç sürecinde yapılan Malazgirt ve Çaldıran savaşlarının Türk tarihi acısından önemli bir yere sahip olduğunu tarihçiler vurgular.

Beylikler döneminin ardından 1299’da Osmanlı Devleti’nin kurulması yeni bir dönemin başladığına ilişkin en önemli işarettir.

Orta Asya merkezli Türklerin batıya göçüşü ile Arabistan merkezli İslamiyet’in doğuya doğru yayılışı hala uzmanlar tarafından değerlendirilen ve tartışılar bilgilerle doludur.

Ben konuyu tarihi açıdan değerlendirmeyeceğim ama dağıtmadan Türkçe’ye gelmek istiyorum.

Kuruluş itibarı ile Türk kökenli olan Osmanlı, bilindiği gibi ilerleyen yıllarda yalın bir Türk devleti olmaktan çıkmıştır. Bu konuda Çaldıran Savaşı’nın önemli bir dönemeç olduğu söylenir.

Padişahların eşleri, en çok tartışılan diğer konulardan biridir. Öte yandan yöneticilerin de ağırlıklı olarak devşirme yabancılardan oluştuğu söylenir ve bilinir. Bünyede her dinden millet vardır ama hakim din İslam’dır.

Eski Mezopotamya olarak anılan Türkiye, İran ve Irak sınırları arasındaki Anadolu’da Arap, Fars (İran) ve Kürt kültürleri hakimdir.

Her ne kadar 1277’de Karamanoğlu Mehmet Bey’in “Bugünden sonra hiç kimse divanda, dergâhta, barigâhta, mecliste ve meydanda Türkçe’den başka dil konuşmayacak” fermanı olsa da ne yazık ki Osmanlı’nın genişlemesi ile birlikte Türkçe’nin de bozulması at başı gitmiştir.

Konuşma dili Türkçe olmakla birlikte çok sayıda Arapça ve Farsça kelime bünyeye girmiştir. Türk kökenli Osmanlı, kendi öz kültürüne ait yazı dilini geleceğe taşıyamamış, zaman içinde yazı dili de Arap harflerine çevrilmiştir. Türkçe ağırlıklı konuşma dili, Arap harfleri ile devletin dili haline gelmiş, saray ve edebiyat çevreleri Arapça ağırlıklı bir dili tercih ederken halk günlük konuşma dilini sürdürmüştür.

Bu karma dile de “Osmanlıca” adı verilmiştir. Uzatmadan sadede gelelim. Osmanlı bir ulus olmadığı gibi Osmanlıca diye bir dil de yoktur. Dönemin diline ancak Eski Anadolu Türkçesi veya Osmanlı Dönemi Türkçesi adı verilebilir. Buna göre Anadolu’da kullanılan şu anki dile Türkiye Türkçesi diyoruz.

Osmanlı Türkçesi’nin “lisan-ı Osmani”, “Osmanlı lisanı” diye adlandırılmasına ünlü sözlükçü, yazar Şemseddin Sami karşı çıkmış ve tıpkı Kaşgarlı Mahmud, Yusuf Ulug Has Hacib, Ali Şir Nevai gibi bu dilin adının “Türkçe” olduğunu ifade etmiştir.

Her dilin kendi içinde zenginliği vardır. Dil; bilim, teknoloji, kültür ve sanatın zenginleşmesi ile gelişir. Tıp dili Latince’dir. Bilgisayar ve teknoloji dili de İngilizce…

Arapça’nın kendi içinde bir kıvraklığı; Arap harflerinin de görselliği vardır ama hayatımın hiçbir döneminde Arapça ve Arap harflerine özenti duymadım. Ata yazısı diye Göktürk veya Uygur yazısına da dönemeyiz.

Öz Türkçe takıntım olmadığı gibi, başka yabancı dillere karşı da hayranlıkta bulunmadım. Bana göre anlaşılan Türkçe, bizim Türkçe’dir.

Örneğin, en gerekli kullanım mekanlarımızdan biri olan ‘hela’ sözcüğü neden bizim dilimizde güzel bir kelime ile karşılık bulmaz anlamamışımdır.

İnsanın dışkısını ve idrarını boşalttığı yere; kenef, ayakyolu, yüznumara, def’i hacet, apteshane ve tuvalet gibi isimler kullanmışız. Kaynaklar kelimenin Arapça’dan “1. boş olma, 2. boşluk, boş yer, tenhalık” sözcüğünden alıntı olduğunu söylüyorlar.

Peki eski Türkler ne derlerdi buraya! Bilemiyorum…

Bilen varsa bilgilenmek isterim.

Bir dükkana girerken ‘hayırlı işler’ derim ama çıkarken hiçbir zaman ‘hayırlı’ günler demem. ‘İyi günler’ ve ‘hoşçakalın’ gibi ezgi tadında kelimeler varken Arapça kökenli bir kelime kullanacağım diye kendimi kasmam.

Fakat şimdilerde iş tersine döndü. Daha düne kadar sabah ilk gördüğü insana ‘günaydın’ diyen insanlar ‘hayırlı’ sabahlar demeye, tersine her cümlesine tuz eker gibi ‘hayır’ serpen kimseler de ‘günaydın’ ve ‘iyi günler’ demeye başladılar!

Allah bütün dilleri ve niyetinizi anlar; kendinizi yormayın!

Niyetiniz iyi olsun yeter ki!

İyi günleriniz olsun…

Bakmadan Geçme