Gezsen Anadolu'yu!
İlk, orta veya lise eğitimi boyunca M. Faruk Gürtunca'nın Gezsen Anadolu'yu şiiri ile mutlaka karşılaşmışsınızdır. Bir...
İlk, orta veya lise eğitimi boyunca M. Faruk Gürtunca’nın Gezsen Anadolu’yu şiiri ile mutlaka karşılaşmışsınızdır. Bir dörtlüğü şöyledir: “Billur ırmakları var / Buzdan kaynakları var / Ne hoş toprakları var / Gezsen Anadolu’yu”
Kabaca söylemek gerekirse bu şiirde Anadolu güzellemesi vardır. Şiiri okuyan Anadolu’yu cennet bahçesi gibi görür.
Faruk Nafiz Çamlıbel’in de ‘Sanat’ adlı şiirinde benzer ifadeler yer alır: “Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken / Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz / Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken / Sana uğurlar olsun… ayrılıyor yolumuz”
Hatırlarsınız “Sanat toplum için midir yoksa sanat için midir?” tartışmaları yapılırdı.
Beş Hececilerden biri olan Faruk Nafiz de bu şiirinde kendi şiir anlayışını ortaya koymuştur.
Faruk Nafiz, Anadolu’nun kültürüne ve değerlerine yönelirken, şiirlerinde Anadolu’nun güzelliklerinden söz eder.
Fakat Fazıl Hüsnü Dağlarca aynı görüşte değildir. O da ‘Kızılırmak Kıyıları’ adlı şiirinde şöyle seslenir:
“Kardaş, senin dediklerin yok / Halay çekilen toprak bu toprak değil / Çık hele Anadolu’ya / Kamyonlarla gel, kağnılarla gel gayrı / O kadar uzak değil”
Osmanlı’nın son dönemlerinde Anadolu ihmal edilmiştir. Fazıl Hüsnü Dağlarca gerçekçidir. Halk yoksuldur. Ve öyle cennete benzer bir yönü de yoktur.
Buna rağmen Kurtuluş Savaşı’nın başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte İstanbul’un köşklerinde oturmak yerine Anadolu’nun orta yerindeki küçük bir kasaba olan Ankara’yı başkent ilan etmiştir. Nedeni hem stratejik hem de Anadolu’ya verdiği önemdir.
**
Yaşı 60’ların üstünde olanlar bileceklerdir. 70’li yıllarda İstanbul Boğazı’na köprü yapılması tartışmaları vardır. Klasik anlamda sağ siyasetçiler dönemin başbakanı Demirel önderliğinde boğaza köprü yapılmasını hararetle savunurlarken, sol cenahta yer alanlar da buna karşı çıkmışlardır. Bu karşı çıkma ilerleyen yıllarda hep siyasetin malzemesi yapılmış ama köprüye neden karşı çıkıldığı konusunda yanıltıcı bilgiler verilmiştir.
Gerekçe yine aynıdır: “Anadolu’nun yatırıma ihtiyacı vardır. Bütün yatırımlar İstanbul’a toplanmamalıdır.”
O zamanlar Türkiye’nin nüfusu 35 milyonlarda, İstanbul kent merkezi de 2 milyon civarındadır. Köprüye karşı çıkmak akıl karı değildir ama solcular ‘öncelik sırası’ tartışması yaparlar.
Türkiye nüfusu bugün 85 milyona yaklaşmış İstanbul nüfusu da 15 milyon civarındadır. Yani İstanbul büyümüş de büyümüş, kırsal bölgeler zaman içinde azalmıştır.
**
Şimdi bunları niye yazdım!
Yüzyılın en büyük felaketlerinden birini yaşadık. 10 şehrimizi etkileyen deprem, binlerce binamızı yerle bir etmiş, kaç kişinin hayatını kaybettiğini ise henüz bilemiyoruz.
Düzensiz ve plansız büyüme…
Büyük şehirlere toplanma…
Denetimsiz yapılar…
Apartmanlar ve gecekondular…
Eğer 50 yıldan bu yana kırları boşaltmasaydık, yatırımların çoğunu büyükşehirlere ve İstanbul’a kaydırmasaydık, bugün karşımıza çıkan büyük sorunlara daha kolay müdahale etme olanağı bulacaktık.
Jeoloji ve deprem uzmanları yıllardır uyarıyor: Türkiye bir deprem ülkesi!
Şimdi felaket sonrası hepimiz televizyonların karşısına oturmuş maç izler gibi kurtarma sahneleri izliyoruz. Duygusal konuşmalar, hamasi nutuklar… Oysa, haberlerde izlediğimize ve alanda çalışan arkadaşlarımızdan aldığımız bilgilere göre daha hiç dokunulmamış onlarca belki de yüzlerce enkaz var.
Merkeziyetçilik; yetkilerin bir kişide, yatırımların da büyük şehirlerde toplanması…
Bir olalım, iri olalım, diri olalım ama…
Ve yazacak, konuşacak çok şey var ama…