Gaflet ve dalalet!
Cumhuriyetimizin kurtarıcı ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün 15-20 Ekim 1927 tarihinde, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın İkinci Büyük...
Cumhuriyetimizin kurtarıcı ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 15-20 Ekim 1927 tarihinde, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın İkinci Büyük Kurultayı’nda, altı gün boyunca, toplam 36 saat 33 dakikada yaptığı konuşmasının kitaplaştırılmış haline Nutuk veya Söylev adı verilmiştir.
Bu söylev, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı dönemini birinci ağızdan aktardığı, Cumhuriyet tarihi açısından önemli bir belgedir. Atatürk’ün Samsun’a çıktığı tarih olan 19 Mayıs 1919’dan, Cumhuriyet sonrası ilk 5 yılın bitimine kadar olan olayları anlatmaktadır.
Atatürk, büyük nutkuna şu cümlelerle başlar: “1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş’ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı’na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar.
Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.
Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta… İtilâf Devletleri, ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahane ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Gaziantep, İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan askerî birlikleri, Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette. Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919’da İtilâf Devletleri’nin uygun bulması ile Yunan ordusu da İzmir’e çıkartılıyor.”
**
Ve bu uzun söylev şu cümlelerle sona erer:
“Muhterem Efendiler, sizi günlerce işgal eden, uzun ve teferruatlı beyanatım, en nihayet mazi olmuş bir devrin hikâyesidir. Bunda, milletim için ve gelecekteki evlatlarımız için dikkat ve teyakkuzu davet edebilecek bazı noktalar anlatabilmiş isem, kendimi bahtiyar addedeceğim.
Efendiler, bu beyanatımla, millî hayatı son bulmuş farz edilen büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına dayanan, millî ve asri bir devleti nasıl kurduğunu ifadeye çalıştım. Bugün vasıl olduğumuz netice, asırlardan beri çekilen millî sıkıntıların uyanışı ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu neticeyi, Türk gençliğine emanet ediyorum.
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebed muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbâlinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbâlde dahi seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bi’l-fiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbâlinin evlâdı! İşte, bu ahvâl ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!”
**
Üstteki alıntı kurtuluşumuzun 100’üncü yıldönümü adına 6 Eylül tarihinde Park Kafe bahçesinde gerçekleştirdiğimiz şiir ve türkü gecesinde yaptığımız ara konuşmalardan alınmıştır.
Ses ve ışık gibi teknik imkansızlıklar nedeniyle biraz amatörce geçen gecemiz büyük ölçekli konserler kadar ilgi görmese de bu yılki etkinliklerin en anlamlılarından biri idi. 100’üncü yılı, şiir, türkü ve nutuktan bölümlerle anmalıydık.
**
İzmir Büyük şehir Belediye Başkanı Tunç Soyer de binlerce insanın katıldığı Tarkan konserinde, benzer çerçevede bir konuşma yaptı. Nedense o konuşma, bazı çevreler tarafından hedef tahtasına oturtuldu.
Konuyu daha iyi anlamanız için son padişah Vahdettin’in İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harrington’a yazdığı mektubu okumanızı öneriyorum. Bu mektubun bir cümlesi şöyledir: “İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden, yüce İngiliz devletine sığınıyor ve bir an evvel Konstantinapolis’den başka yere naklimi talep ederim efendim!”
General Harrington da Padişah’ın yaveri Fahri Engin’le görüşerek Vahdettin’e şu mesajı gönderir: “Vaziyet Türkiye’de gittikçe fena bir şekil alıyor, Padişah isterse, kendisini Malaya gemimizle, Malta’ya nakledebiliriz. Durum düzelince memleketine dönerler.”
Yorum sizlerin…