Dünyayı bir pencerenin ardından izlemek
Bilmediğin bir coğrafyada bindiğin bir trenin penceresinden algılamaya çalışmak dünyayı. Okurum diye yanına aldığın kitabı bir...
Bilmediğin bir coğrafyada bindiğin bir trenin penceresinden algılamaya çalışmak dünyayı. Okurum diye yanına aldığın kitabı bir tarafa bırakıp yeni dünyayı okumak. Yeni mekanlar, yeni yapılar, tarlalar, tepeler, ağaçlar, kuşlar… Hızla akan zaman ve mekanda yakalamaya çalışmak ayrıntıları. Hızlı tarama yapar gibi hissettiriyor insana. Nasıl bir kitabın sayfalarında hızla dolaşır insan. Kaptığı kadar cümle, topladığı kadar kelimeyi atıp heybesine, payına düşenle yola devam eder bu da öyle bir şey. Fark edebildiğin kadarı senin…
Çevredeki sesler yabancı, kelimeler, söylemler yabancı. Mekan başta da yazdım ya tamamen yabancı. İnsanı yalnızlaştıran ve içe döndüren bir hal var anda. Farklı mimaride yapılar, olabildiğince yatağında dolmuş ırmaklar. Su üzerinde kazlar, ördekler, kuğular ve daha farklı kuşlar. Kayıyor raylar üzerinde hayat. Kayıyor gökyüzünde bulutlar. Kayıyor insanlar. Günlük telaşlarını, kaygılarını, endişelerini, umutlarını, beklentilerini zihnine yüklemiş insanlar taşınıyor oradan oraya. Akıyor tüm duygu ve düşünceler hızla zamanın içinden…
İlerledikçe zaman görüntü de değişiyor. Yeşil üzerine yer yer yağıp geçmiş kar beyazlığı adeta yamalanmış bir kumaş gibi. Yumuşacık kadife hissi uyandırıyor insanda. Arada tünellere girip algıyı değiştiriveriyor tren. Tepeden baktırıyor kimi, çatıların beyazlığı bir an göz alıyor, değişiyor manzara. Çamların dallarının yükünü arttırmış yağan kar. Diğer tarafta çıplaklaşan ağaçların dramatik hallerini afişe ediyor iyice. Kırılmış dallar, devrilmiş gövdeler, kendi haline terkedilmiş hissini uyandırıyor insanda. Sabahın umudunu törpülüyor sanki.
Garlarda kısa süreli soluklanırken demir kutular, insan elinin renklendirdiği duvarlardaki resimler oyalıyor dimağları. Telaşlı adımlarla inenler, trene yeni binenler, bir yerlere yetişme telaşıyla koşturanlar daldığı düşüncelerden sıyırıyor insanı. Dışarıda aydınlık gökyüzü, güneşli havanın yanılsaması koşuşturan insanların havaya karışan nefeslerinin buharında. Bir camın ardından izlemenin oluşturduğu yanılgıyı somutlaştırıyor sanki.
Yeniden hareket ediyor tren. Zamana meydan okurcasına akıyor raylar üzerinde hayat. Koca hayatları sürüklüyor kendiyle oradan oraya. Kavuşturuyor kimilerini, kimilerini ayırıyor. Deliyor sesiyle sessizliği, taşıyor yeni bilinmezlere kendiyle birlikte beni.
Günü yorup yeni yerlerde, dönme vakti gelince kendi gerçeğine yine iş ona düşüyor. Bu kez pembe bulutları yüklenmiş göğün altında aydınlığı karanlığa taşıyor ağır ağır. Akşamın iz düşümlerini topluyor gözler bu defa. Ve yitiyor karanlığın içinde gündüzün tüm ayrıntıları. Karanlığı yırtıyor bu kez sesiyle tren yol almaya devam ederken.
geride kalan nedir
gözlerin algıladığı
kulakların duyduğu
kabın kadar dünya
daldır hayata
daldır
aldığın kadarı senin…