Devasa katarlar ve durakları

Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı dönemlerinde Türklerin elinde bulunan topraklar, dünyanın en büyük ticaret yollarının önemli bir...

Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı dönemlerinde Türklerin elinde bulunan topraklar, dünyanın en büyük ticaret yollarının önemli bir kısmını teşkil ediyordu. Fetihlerden sonra devletin en önde gelen gelir kaynağı ticaret olduğu için ticaret yolları ve bu ticareti mümkün kılan kervanlar çok önemliydi. Bu sayede hem vergi toplanıyor hem de geniş bir coğrafyada siyasi ve sosyal hareketlilik sağlanıyordu.

Kervanlar ve büyük tüccar kafilelerinin yanı sıra tek başına seyahat etmek istemeyen yolcular, göçmenler, seyyahlar, hizmetçiler ve güvenlik görevlilerini de içerirdi. Bu nedenle genellikle devasa boyuttaydılar. Öyle ki seyyahlar, sayıları 1800’ü hatta 2000’i bulan deve kervanlarından söz ederler.

Yük hayvanı olarak genellikle develerin kullanıldığı kervanlar daha yaygındı. Bu tip kervanlar, daha yavaş ancak çok daha hesaplıydı çünkü bir deve, beş atın çekebileceği bir yükü tek başına taşıyabilirdi. Bazı kervanlarda ise develer ve atlar ya da eşekler beraber kullanılır; bazen ise tüccarlar kendi aralarında anlaşıp zamandan tasarruf etmek için sadece atlardan oluşan kervanlar düzerlerdi.

Kervanlarla baharat, ipek gibi değerli kumaşlar, halılar, kıymetli taşlar, mücevherler, kereste, yün, kürk, pamuk, balmumu, deri ve hatta oyuncak gibi birçok mal taşınırdı. Taşınan mallardan biri de tabii ki şaraptı ve taşınması diğer mallara göre biraz daha sıkıntılıydı. Müslümanlar için haram olduğundan hiç kimse deve gibi kutsal kabul edilen bir hayvana şarap yüklemezdi. Bu nedenle ticaretini yapanlar, şarapları tulumlara doldurup atlara yüklemek suretiyle taşırlardı.

Yolculukta her altı hayvan için bu hayvanların yiyeceğini taşımaya mahsus bir hayvan daha gerekli olurdu. Deve kervanlarında develer yedişerli gruplar halinde ayrılır, bu hayvanlar birbirlerine çok sağlam olmayan iplerle bağlanırdı. Bunun sebebi herhangi birinin bir uçuruma yuvarlanması ya da bir çukura düşmesi halinde diğerlerinin onun peşinden sürüklenmesini önlemekti.

Kervanların en vazgeçilmez unsuru ve en önemli kişisi kervanbaşıydı. Kervana katılan tüccarlar, kendi aralarından birini bu iş için seçerlerdi. Kervanda hangi milletten kişi daha çoksa kervanbaşı da o milletten seçilirdi. Yani Türklerin çok olduğu bir kervanda kervanbaşı da haliyle Türk olurdu. Yolculuk esnasında nerede konaklanacağına, nereden ilerleneceğine karar verme konusunda baş yetkili kervanbaşıydı. Kervanın ileri gelenleriyle birlikte olası anlaşmazlıkları çözmek de yine kervanbaşına düşen bir görevdi. Kervanbaşının sorumluluğu yolculuk boyunca diğer tüccarlardan daha fazla olduğu için kervanın başına geçmek, pek de talep edilen bir iş değildi.

Kervanlar, yıl içinde belli dönemlerde yola çıkarlardı. Örneğin İstanbul’dan Gürcistan’a üç ayda bir, İran’a yılda altı ya da on kere, Halep’e yılda üç ya da dört kez hareket edilirdi. Devlet, kervanlara müdahalede bulunmaz; tüm yolculuk organizasyonu, tüccarların ve halkın düzenlemesiyle yapılırdı.

Kervanlarda insanları endişelendiren en büyük dert, su sıkıntısıydı. Su, içmek için gerekli olduğu gibi uzun yolculuklarda en temel yiyecek maddesi olan ekmek ve pilav yapımında da kullanılıyordu. Yani su olmayınca haliyle beslenmede de aksaklıklar oluyordu. Kervanlar, aynı anda sadece birkaç kişinin su çekebileceği ufak çaplı su kuyularına vardığında tüccarların hepsinin suya ulaşması, birkaç saat sürüyordu. Su almada öncelik sırası ise yük hayvanı sahiplerinindi. Su sıkıntısı nedeniyle tüccarlar ve seyyahlar, hac kervanlarına katılmayı tercih ederlerdi çünkü hac kervanları, devlet güvencesinde olduğundan su sıkıntısı çekmezlerdi.

Türkiye’de ve tüm Doğu’da kervanlar, sıcaktan kaçınıp su kuyularına ve konak yerlerine vaktinde varabilmek için genellikle gündüz istirahat edip gece vakti hareket ederlerdi. Böylelikle yolculuk, insanlara daha az dokunurdu. Yolculuk esnasında her 35-40 kilometre sonra bir kervansaraya ulaşılırdı. Bu mesafeye bir menzil denirdi çünkü kervanlar, günde yaklaşık bu kadar yol alırlardı ve normal şartlarda bu yolu kat etmek dokuz saat sürerdi. Fakat iklim şartlarının ağır olduğu kış aylarında yolculuklar daha uzun ve zorlu olur, bazen sekteye uğrardı.

Kervansaraylar, yolcuların ve onların hayvanlarının güvenli bir şekilde konaklayıp dinlenmesi için inşa edilmiş büyük hanlardı. Bu yapılar, barış zamanında konaklama için kullanılırken savaş zamanında askeri üs olarak hizmet verirdi. Uzun süreli konaklama için tasarlanmadıkları için pek konforlu ve süslü değildiler. Son derece sade, dışa kapalı, savunması kolay, büyük, yüksek ve güçlü duvarlarla çevrilmiş yapılardı. Duvarları o kadar güçlüydü ki Moğol komutanlarından İrincin, kendilerine karşı ayaklanan İlyas Bey’i 20 bin kişilik ordusuyla Konya-Aksaray yolu üzerindeki Keykubad Kervansarayı’nda kuşatmış fakat kervansarayın duvarlarını aşıp İlyas Bey’i teslim alamamıştı.

Bir kervan, kervansaraya vardığında hancıların yardımıyla mallar indirilir, hayvanlar ahırlara çekilirdi. Kervansarayların içinde şadırvan, mescit, ahır ve nalbant bulunmak zorundaydı. Büyük ve önemli olanlarında yolcular için aşhane, hamam, tamirhane, demirci, şifahane ve çeşitli eczaların satıldığı dükkanlar mevcuttu. Kervanlar, sadece ticari mal ya da yolcu taşıma açısından faydalı değildi. Aynı zamanda farklı ırk ve dillerden insanları taşırdı. Bu sayede kervanlar da kervansaraylar da çeşitli bilgileri, fikirleri, görüşleri, adetleri, kültür ve medeniyetleri buluştururdu. Hatta dinlerin yayılması için de kervanlar oldukça etkiliydi. Örneğin İslam, Asya’nın iç kısımlarına ve Uzak Asya olarak adlandırılan Endonezya, Malezya gibi ülkelere böylelikle yayılmıştı. Yine Hıristiyan misyonerler de ticaret kervanlarından faydalanarak misyonerlik faaliyetlerini yürütürlerdi.

Velhasıl önemli bir kısmı Türklerin elinde bulunan bu büyük ticaret yollarında seyrüsefer eden kervanlar, birçok amaca hizmet eden ve sosyal hayatı da canlandıran unsurlardır. Kervanlar, Avrupalıların deniz yoluyla Hindistan’a ulaşmaları ve Amerika’yı keşfetmeleriyle eski önemini yitirmiş; yine de Osmanlı’nın son yıllarına kadar azalarak da olsa varlığını sürdürmüştür. Daha sonra misyonunu demiryolu gibi endüstriyel ulaşım araçlarına devredip tarihe karışmıştır. Bu değişimle birlikte artık ihtiyaç duyulmayan kervansarayların çoğu, zaman içinde yıkılıp harabeye dönse de günümüze kadar gelebilen birçok kervansaray vardır. Bunlardan bazıları, müzeye dönüştürülmüş olup ziyarete açıktır. Antalya’da bulunan Susuz Han, Aksaray’da bulunan Sultan Hanı ve Ağzıkara Han, Nevşehir-Kayseri yolu üzerindeki Sarı Han, iyi korunmuş kervansaraylarımızdan bazılarıdır.

Bakmadan Geçme