D harfi ve 'Hele bir sor!'

Adana’da bir öğrenciyi sınıfta 'darbettiği' öne sürülen ilkokul öğretmeni haberini televizyon kanallarında veya internet sayfalarında mutlaka...

Adana’da bir öğrenciyi sınıfta ‘darbettiği’ öne sürülen ilkokul öğretmeni haberini televizyon kanallarında veya internet sayfalarında mutlaka izlemişsinizdir.

Habere göre Merkez Seyhan ilçesi Şakirpaşa İlkokulu’nda Hacı A. isimli öğretmen, ‘D’ harfini yazamadığı gerekçesiyle 7 yaşındaki öğrencisi Salih G.’yi darp ediyor. Yani günlük Türkçe ile dövüyor.

İnternetten görüntüleri birkaç kez dikkatle izledim. Öğretmen, hafifçe vurmak değil resmen arkadan enseye birkaç şaplak geçiriyor.

Hemen belirtmek gerekir ki medya organlarımızın pek sevdiği haber türlerinden biridir bu görüntüler. Bir de sağlıkta ‘rezalet’ haberleri…

Hemen suçlu bulunur ve infaz edilir: Öğretmen ve doktor!

Bir öğrencinin cep telefonu kamerasıyla görüntülediği ve bir velinin sosyal medyada paylaştığı bu olay sonrası Adana Milli Eğitim Müdürlüğü, idari soruşturma başlatmış ve ‘dayakçı’ öğretmeni açığa almış. Öğretmen Hacı A., “çocuğa karşı kasten yaralama” iddiası ile polis ekiplerince de gözaltına alınmış. Karakola gidip öğretmen hakkında şikayetçi olan veli berber Mehmet G., Cumhuriyet Savcılığı’na da suç duyurusunda bulunacağını belirtmiş.

Başka meslek gruplarını eleştiriyoruz da kendi meslektaşımız olan öğretmenleri eleştirmeyecek miyiz? Elbette ki eleştireceğiz.

Fakat eleştirirken, yaşanan sorunları da dikkatlice dile getirmekten kaçınmayacağız.

Bir öğretmenin D harfini yazamadı diye 7 yaşındaki bir öğrenciye vurması hiçbir şekilde affedilecek ya da masum gösterilecek bir yanı yoktur…

Bir anımı anlatayım: 1977 yılında kazandığım Gökçeada Öğretmen Lisesi’nin ilk matematik sınavından 1 almıştım. Matematik zekam olduğunu söyleyemem. Edebiyat dersi öğretmeniyim ama ben daha çok pratik işlerin insanıyım. Aslında belki el işleri öğretmeni olsam daha başarılı olurdum. Ya da çeşitli idari işlerde çalışsam, organizasyonlar yapsam, gazeteler falan çıkarsam örneğin…

Matematik öğretmenimiz, yazılı sonucunu kağıdın sahibi öğrencinin önüne gelerek okuyordu. Benim önüme geldi ve 1 dedi. Demesiyle birlikte yüzüme de hafifçe bir yumruk attı!

13 yaşındayım. Evden çok uzakta bir yatılı okuldayım. Hemen telefon edip anne-babama ağlayacak bir durumda değilim. Çünkü o yıllar herkesin istediği gibi kullanabileceği bir telefon yok.

Hadi bakalım isterseniz bir daha 1 alın! Mümkün mü?

Nereden nerelere geldik. Şimdiki çocuklar, tahtaya D harfini yazamıyor ama sınıftaki olayları cep telefonuna çekip öğretmenin yaptıklarını sosyal medyada paylaşabiliyorlar.

Eğitim sistemimizi baştan sona tartışmamız gerekiyor. Öğretmen yetiştirme ve öğretmeni zaman zaman denetleme mekanizmasını yürürlüğe koymamız gerekiyor. Öğretmenin okul dışındaki özel sorunları ile ilgilenmesini öğrenmemiz gerekiyor.

En önemlisi de öğrencilerimizin hepsinin istediğimiz her şeyi yapamayacağını kabul etmemiz gerekiyor. Kimi resim yapamaz kimi de müzik kulağına sahip değildir. Herkes matematik öğrenecek diye bir kural da yoktur…

Kimi sağlıkçı olacak kimi elektrikçi… Kimi sporcu olacak kimi de terzi…

7 yaşındaki bir çocuk, kasları yeterli gelişmediği için düzgün yazı yazamayabilir. O çocuk belki 8 yaşına gelince bu yeteneğe kavuşacak.

7 yaşındaki çocuk, Ocak ayında okumayı sökecek diye bir kural olmamalı. Belki geç konuşan çocuklar gibi diğer arkadaşlarına göre okumayı daha sonra sökecek ve bülbül gibi de bir okuma yeteneğine sahip olacak.

Eğer pazarcı seçtirmiyorsa çarşıdan aldığımız domateslerin bir kısmını yemeklik bir kısmını da salatalık için ayırırız. Biraz yumuşayanları da salça olarak değerlendiririz.

Fakat çocuklarımızı böyle bir kategoriye sokamıyoruz. Atıyoruz 30-40 kişiyi bir sınıfa, başına da bir öğretmen dikiyoruz… Aralık ayında yazmayı, Ocak alında da okumayı söksün istiyoruz. Oysa onların akılları hala oyunda!

‘Hocam; annem, babam beni okula zorla gönderiyor’ diyenler var.

‘Hocam siz benim ödevimi soruyorsunuz ama ben akşam nerede kalacağımı düşünüyorum’ diyen, ortada kalmış çocuklar…

Velhasılı dayak bir sonuçtur ama çözmemiz gereken aslında sonuçtan önceki sürecin ve ortamın sağlıksızlığı ve yetersizliğidir…

Ne diyor Şener Şen ünlü repliğinde?

“Hele bir sor!”

Bakmadan Geçme