'Cumhuriyet'i biz böyle kazandık'

Bugünkü yazıma seçtiğim fotoğraf, ne kadar gerçek ne kadar temsilidir bilemiyorum ama bu görüntülerden 1920’lerde farklı...

Bugünkü yazıma seçtiğim fotoğraf, ne kadar gerçek ne kadar temsilidir bilemiyorum ama bu görüntülerden 1920’lerde farklı bir Anadolu hayal edilemeyeceğini düşünüyorum. 15 Mayıs 1919’da İstanbul’un işgali ile başlayıp 9 Eylül 1922’de son bulan, 3 yıl 3 aydan fazla süren bir savaş yılları. Hem de ne savaş.

Geçtiğimiz günlerde elime 1993 yılında basılmış bir kitap elime geçti. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Araştırma Etüt Başkanlığı yayınlarından çıkan ‘Askeri Tarih Bülteni’ adlı kitapta, adını andığımız Kurtuluş Savaşı yıllarında bölgemizde bulunmuş bir Kuvayı Milliyeci askere ait günlükler vardı. Arap harfleri ile tutulmuş günlükler, ‘Defter-i Hatırat’ adı ile kitabın bir bölümünde yer alıyordu. Yaklaşık 100 sayfalık orijinal sayfaların tıpkıbasımları da vardı kitapta. Yıl 1919. Osmanlı’nın son dönemi, Kurtuluş Savaşı yılları ve Atatürk üzerine değinmelerden oluşan kitapta Söke, Nazilli ve Ödemiş bölgesinde yapılan göğüs göğse çarpışmalardan söz ediliyor, bölgenin genel durumu hakkında bilgiler veriliyordu.

Prof. Dr. Necla Arslan Sevin’in Ödemişçe dergisinin birinci sayısında yazdığı ‘Ödemişli bir Kuvayı Milliye Zabiti: Muhtar Sevin’ başlıklı yazısını görünce heyecanlanmış, kitabı okumak istemiştim.

Prof. Dr. Necla Arslan Sevin, eşi Prof. Dr. Veli Sevin’in de babası olan Muhtar Sevin’in hayatını anlatmaya şu satırlarla başlamıştır:

“Aşağıdaki satırlarda Kurtuluş Savaşı’nın ilk günlerinde Beydağ, Kiraz ve Kaymakçı cephelerinde düşmana karşı savaşan ve sonradan kaderin bir cilvesi olarak gelip Ödemiş’e yerleşen bir Kuvayı Milliye zabiti Muhtar Sevin’in yaşamı ele alınacaktır.”

Günlükte Milas, Söke, Nazilli, Beydağ, Kiraz ve Ödemiş’te geçen olaylardan söz edilmektedir.

Sevin, günlüğünde Beydağ’dan Balyanbolu diye söz etmekte, Kiraz’ın adı da Keles olarak anılmakta ise de kitaba dipnot olarak “Bu Keles adının neresi olduğuna dair bir bilgi edinilememiştir” notu düşülmüştür.

Günlüklerden öğreniyoruz ki Büyük Menderes’ten karşıdan karşıya o dönemlerde kayıklarla geçilmektedir.

Necla hocamız, yazısında kitaptan söz ederken söz ederken şunları yazmış:

“Bu cephede görev aldığı üç ay süresince Beydağ, Kiraz ve Kaymakçı yöresinde Yunan işgaline karşı birçok savaşa katıldı. 21 Kasım 1919 günü Gökçen Efe, Ayasuluk (Türkönü) Yelaldı Mevkii’nde Yunan ordusuna karşı direnirken şehit düştüğünde yanında bulunan Muhtar Bey o anları defterine şu sözlerle kaydetmiş:

“Düşmanın bütün topçuları ve mitralyözleri ateş ediyor. Biz, hep tüfekle mukabele ve müdafaa ediyoruz. Meşhur Gökçen Efe şehit düştü. Saat on buçuk, hâlâ muharebe devam ediyor. Cenab-ı Hak neticesini muvaffak buyursun. Amin. Muhtar Bey o anı: Efe, ‘vurulacaksın’ uyarılarına kulaklarını tıkayarak, kızanlarını cesaretlendirmek üzere sık sık siperden fırlarken şehit düştü“

Muhtar Sevin, günlüğünde Ödemiş ve çevresindeki bozgunlardan ve geri çekilmelerden bahsediyor. Önce Beydağ’a ardından Nazilli’ye…

Sevin’in anlatımına göre asker, halk ve çeteler, hem düşman ateşinden hem de yoksulluktan geri çekilmektedir. Halk, ekmek yerine kestane yemektedir.

Çekilme zamanı kıştır ve Nazilli yollarında soğuktan donanlar olmuştur.

Beydağ-Nazilli arasında 50-60 kadar donmuş vatandaşı gördüğünü, bunların arasında çocuk ve annelerin çoğunlukta olduğunu söylüyor.

Şahan dedem ile birlikte çok yaşadık ama aramız çok senli-benli olmadı. Dışarıya karşı yumuşak ama bize karşı biraz sertti. Biz torunlarından da kendi çocukluğundaki davranış kültürünü beklerdi muhtemelen.

Çok sonraları öğrendim ki işgal yıllarında 8 yaşlarında imiş ve babasını da çok erken yaşlarda kaybetmiş. Çocukluğu yokluk içinde geçmiş. O da o yıllarda hayatta kalabilen kimi çocuklar gibi üç kardeşi ve annesi ile birlikte Nazilli göçüne katılmış.

Anımsadığı anılarını yaşarken dinlemeyi şimdi çok isterdim ama olmadı. Anıları ve yaşadıkları ile birlikte gitti.

Emperyalizm Yunan’a, Büyük Yunanistan hayalleri kurdurmuş. Anadolu’ya ‘yeniden’ sahip olmak arzusu ile denizleri aşıp gelmişler. Büyük Önder Atatürk’ün dediği gibi geldikleri gibi de gitmişler…

Ve atalarımız bu ateşten gömlek günleri savuşturup yeni bir Cumhuriyet kurmuşlar ‘bir kısrak başı gibi uzanmış’ Anadolu adı verilen topraklarda.

Ne doğulu, ne batılı; arada bir yerde, ulusal ve yerli bir cumhuriyet olmuş bu.

Şimdi bazen özellikle e-sosyal medyada, dinbazlık adına Atatürk ve Cumhuriyet’e yapılan saygısızlıkları gördükçe, cahillikten kaynaklanan bir aymazlıkla yapılan hakaretleri okudukça en hafif deyimiyle üzülüyorum.

Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesi olmak için yola çıkmış.

Ne kadar sahip çıkabilmiş ve ilerletebilmişiz bir başka tartışma konusu.

Bugün akşam Kaymakçı’da yapılacak fener alayında olacağım.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun…

Bakmadan Geçme