Çocukları kısırlaştırmaya varan nefret

Almanya’da Hitler liderliğinde 1933-1945 yılları arasında etkili olan Naziler Yahudi, komünizm ve kapitalizm karşıtı bir ideolojiye...

Almanya’da Hitler liderliğinde 1933-1945 yılları arasında etkili olan Naziler; Yahudi, komünizm ve kapitalizm karşıtı bir ideolojiye sahipti ve aşırı milliyetçi bir tavır sergilemekteydi. Almanların ve diğer Kuzey Avrupa topluluklarının üstün bir ırk olduğu düşüncesini savunmaktaydılar. Bu üstün ırk ise “ari ırk” olarak adlandırılıyordu. Bunların dışındaki bütün ırklar ise “aşağı ırk” ya da “ari ırka düşman ırklar” olarak görülmekte ve Alman soyunun saflığını zedeleme ihtimali bulunduğundan tehlike arz etmekteydiler.

Nazi propagandasının hedefinde genel olarak Yahudiler olsa da Slavlar, siyahiler, Çingeneler de aşağı ırk kabul edilen grupların başında gelmekte ve Nazi propagandasının nefret söyleminde yer almaktaydı. Bunlarında dışında Naziler, eşcinselleri de ari ırka düşman olarak görmekte ve onlardan nefret etmekteydi.

Ari ırkın korunması için Alman vatandaşlarının aşağı ırktan kimselerle birleşmesi, kesin surette engellenmeliydi çünkü Darwin’in evrim teorisi konusundaki fikirlerine aşırı önem veren Nazilere göre Kuzey Avrupa halkları ırkların evrilmesi sürecini başarıyla tamamlamış; siyahiler gibi diğer halklar ise bu süreci tam olarak tamamlayamamıştı. Bu nedenle üstün bir medeniyet kurabilme yetisi sadece ari ırkta vardı ve bunun dışında bir halkla karışıp ırkı lekelememek gerekirdi. Ari ırkın saflığını koruma çabaları sadece sözde kalmadı; Nürnberg Yasaları ile Alman ırkının ari ırk dışından olanlarla evlenmesi, resmi olarak yasaklandı.

Nazilerin Yahudilere bakışı tamamen düşmancaydı ve onları Alman toplumu, hatta tüm dünya için tehlikeli buluyor, yok edilmeleri gerektiğini savunuyordu. Siyahilere bakış açısı ise biraz daha yumuşaktı. Nazilere göre siyahiler, Alman toplumunu yok etme arzusunda değillerdi. Sadece aşağı bir ırktan geliyorlardı. Bu yüzden ari ırkın hükmü altına girebilir; Alman ırkına hizmet edebilirlerdi ancak tabii ki Alman halkıyla evlenip ari ırkı melezleştirmesine izin verilemezdi. Bu bakımdan onlar da Yahudiler ve diğer aşağı ırklar gibi büyük tehlike arz etmekteydi.

Siyahiler, Almanya’ya I. Dünya Savaşı’ndan önce ve sonra öğrenci, zanaatkar, gösteri sanatçısı, eski asker ve sömürge hükümetinde görev yapmış düşük düzeyli memurlar olarak gelmişlerdi. I. Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan Versailles Antlaşması’na göre Fransa, Almanya’nın Rhineland bölgesini işgal edince bu sayı arttı çünkü Fransızlar, buraya sömürgelerden getirdikleri Afrikalı askerleri göndermişti. Almanya’ya yerleşen bu siyahi askerler de zaman içinde Alman kadınlarla ilişki kurdular. Bu ilişkiler sonucu doğan melez çocuklar, Nazilerde nefret uyandırıyordu. Doğal olarak Naziler iktidara gelince siyahiler gibi onların Afro-Alman çocukları da Nazilerin hedefi haline geldi ve toplumdan izole edilmeye başlandılar çünkü yarı Alman olmak da aşağı ırktan olmak kadar kötüydü.

Nazi kısırlaştırma yasaları içerisine siyahiler dahil edilmemiş olmasına rağmen ırkların karışması korkusu yüzünden “Gestapo” adı verilen gizli devlet polisi aracılığıyla siyahilere de bu yasalar uygulanmaya başlandı. Bazı siyahi Fransız askerler ve sayıları kesin olmamakla birlikte 400 ila 500 arası melez çocuk, doktorlar tarafından genellikle de uyuşturulmadan gizlice kısırlaştırıldı. Hitler ve Naziler, bu melez çocukları “Rhineland Piçleri” olarak adlandırıyordu.

Naziler tarafından zorla kısırlaştırılan kişiler, daha sonra da toplum içinde ayrımcılığa uğramaya devam etti. Bu zorunlu işleme uğratılan kimselere istekleri üzerine bir kısırlaştırma sertifikası veriliyordu. Sertifikası olmayan Afro-Almanlar, kesinlikle bir işe girip çalışma olanağına sahip değillerdi. Ayrıca bu kişilere Alman kanı taşıyan herhangi biriyle evlenmeyeceklerine ya da cinsel ilişkide bulunmayacaklarına dair bir sözleşme de imzalatıldı.

Naziler, iletişim araçlarını maharetli bir biçimde kullanarak insanları istedikleri düşünceye sevk ediyorlardı. Siyahi vatandaşları halka kötü göstermek için de yine böyle bir propaganda uygulamışlardı. Hazırladıkları afişlerde siyahiler soyguncu, tecavüzcü ve acımasız katiller olarak resmediliyordu. Haklarında çeşitli hikayeler uydurulup yayıldı. Etrafta cinsel açıdan Afrikalıları saldırgan gösteren karikatürler dolaşmaya başladı ve bunlar, Alman toplumunda kaygıya neden oldu. Böylece siyahiler, sosyal ve ekonomik olarak dışlandılar. Üniversitelere kabul edilmeyerek eğitim alma hakları ellerinden alındı. İşlerini kaybettiler, bazıları vatandaşlıktan çıkarıldı. Sayıca az olduklarından güçlü yönetim ve propaganda karşısında seslerini çıkaramıyorlardı ancak Nazilere karşı sesini çıkaran da çıkarmayan da nasibini alıyordu. Örneğin 24 yaşındaki komünist ve Nazi karşıtı siyahi aktör Hilarius Gilges, hem siyasi görüşlerinden hem de ten renginden dolayı Naziler tarafından kaçırılmış ve işkence edildikten sonra öldürülmüştü.

II. Dünya Savaşı başladığında durumları daha da tehlikeli hale geldi. Bazı siyahiler hapsedildi, bazıları toplama kamplarına gönderildi. Aşağı ve değersiz görüldüklerinden çok kötü şartlar altında çalıştırıldılar, üzerlerinde deneyler yapıldı. Maruz kaldıkları ağır işler ve gördükleri zulüm sonucu çoğu hayatlarını kaybettiler. Bazı esirler ise yine yaşamaya değer görülmediklerinden hemen imha edildiler.

Naziler tarafından aşağı ırk olarak görülen halklara yönelik uygulanan tüm ırkçı politikalar, ancak Nazi Almanyası’nın Müttefik Devletleri’ne kayıtsız şartsız teslim olduğu 7 Mayıs 1945 tarihinden sonra Nazizm ideolojisinin resmi olarak Almanya’da yasaklanması ile son buldu.

Velhasıl Yahudilerde olduğu gibi sistematik bir şekilde yapılmadığı için pek göze batmasa da siyahiler de Nazilerin giderek radikalleşen ırk politikası sonucu bir şekilde ortadan kaldırıldılar ya da asimile edildiler. Sayıca çok daha az oldukları için siyahilerin başına gelenler, Yahudilerinki kadar ilgi çekmedi. Ayrıca Naziler, kamplar ve kısırlaştırmayla ilgili belgelerin de çoğunu bilerek yok etmişlerdi. Ne yazık ki bu nedenlerle konu hakkındaki araştırmalar oldukça sınırlı kalmış; yaşananların birçoğu kaydedilemediği gibi mağdur ve kurbanların gerçek sayısı da asla tam olarak belirlenememiştir.

Bakmadan Geçme