Burun sürtülmesi!
Burun sürtülmesi bir deyimdir. İlk akla gelen anlamı da şudur: 'Kişilerin savundukları düşüncelerden vazgeçerek orta yolu...
Burun sürtülmesi bir deyimdir. İlk akla gelen anlamı da şudur: “Kişilerin savundukları düşüncelerden vazgeçerek orta yolu bulmaları” İkinci anlamı da eğer bir insan ya da toplum uyarıları dinlemiyor ve yapmaması gereken davranışlarda bulunuyorsa bunun sonucunu acı bir şekilde öğrenir. İşte buna da ‘burnu sürtülmek’ denir.
Çocuğa bir şeyler anlatır ve doğru yolu göstermeye çalışırsınız ama o dinlemez ve illa ki bildiğini yapar. Ne zaman ki burnu sürtülür, işte o zaman “Yanlış yaptım” der, doğru yolu bulur.
**
6 Şubat sabahı saat 04.17. Türkiye için acı bir zaman dilimi…
Deprem sonrası net tabloyu henüz göremedik. Hızla ‘unutacağız’ falan deniliyor ama bu öyle böyle unutulacak bir felaket değil. Hem psikolojik, hem sosyolojik hem de ekonomik yıkımdan söz etmek gerekiyor.
Milyonlarca insanımız yakınlarını ve sevdiklerini kaybettiler, unutmaları mümkün değil…
Milyonlarca vatandaşımız doğup büyüdükleri ve anılarını terk etmek durumunda kaldılar, unutmaları mümkün değil…
Milyon mu, milyar mı yoksa trilyonlarla mı ifade etsem bilemiyorum ama ülke ekonomimiz çok büyük darbe aldı, unutmak mümkün değil…
Ama kabul edelim ki burnumuz ikinci kez fena halde sürtüldü… Birincisi 99 Gölcük depremi idi.
Üstünde yaşadığımız coğrafyanın depremlerle şekillenmeye devam ettiğini biliyoruz. Bilim adamları her fırsatta hatırlatıyor ve önlem alınması gerektiğini söylüyor.
Peki biz ne yaptık?
Depreme sağlam binalar ürettik mi?
Fabrika, yol, havaalanı gibi büyük yatırımları fay hatlarının üstünden uzaklaştırdık mı?
‘Geliyorum’ diyen felaket öncesinde hazırlık yaptık mı?
Biliyorum, yazdıklarım belki de bildiğiniz ve daha önce okuduklarınızın benzeri.
‘Hazırlık’ dedim… Size somut ve bildiğim bir hazırlık konusundan söz edeceğim: Barınma ihtiyacı.
6 Şubat depremi sonrasında 15 milyona yakın vatandaşımızın barınma sorunu ortaya çıktı. Bakmayın Tv’lerde anlatılanlara ve gösterilenlere. Bizzat alana gidip dönen insanlardan dinleyin. Felaketi yaşayanlara kulak verin.
Çadır yetiştiremedik. İlk birkaç gün çok önemli olan çadır konukluğu ilerleyen zamanda kalıcı barınma yerlerine ihtiyacı ortaya çıkardı.
İstanbul… 20 milyona kaklaşan bir nüfusa ve çok geniş bir alana yayılmış bina varlığına sahip. Uzmanlar, ne zamandır uyarıyor. İstanbul depremi ile oturup İstanbul depremi ile kalkıyoruz. Dilemeyiz ama diyelim mi böyle bir felakete İstanbul’da da yakalandık…
Peki, ülke gelinde ne gibi hazırlıklarımız var? Ne yapacağız?
Burnumuz bir kez daha mı sürtülecek!
‘İyi bildiğim için’ yazıyorum, örneğin Kaymakçı’da çok sayıda terk edilmiş özel ve kamu binası var. Gençlerin büyük şehirlere akın etmesiyle birlikte özel evlerin çoğu boşalmaya başladı. Hadi onları geçtim. Belediyeye ait 2 binada yaklaşık 8 daire çürümeye terk edilmiş durumda. Sağlık Ocağı’nın 4 dairesi bakımsızlık içinde, terk edilmiş durumda. 12 daire atıl durumda. Eski ve yeni belediye binaları ile birlikte eskiden sinema olarak kullanılan düğün salonunda da çok sayıda aile ve insanın koğuş ve oda tarzında barınabileceği alanlar mevcut.
Bunları bildiğim için saydım. Benzeri varlıklar tüm Türkiye gelinde mutlaka var.
Bakımdan geçirebiliyor muyuz? Olmuyorsa, vatandaşa satışa sunabiliyor muyuz?
Peki bunlar ruhsatlı yapılar mı?