Bir depremzedenin eseri: Hanımeli ve Körebe
Şaha Çimen- Yeni İzmir   1960 Doğumlu olan Maraşlı Yazar Nejla Arslan ile ilk kitabı olan...
Şaha Çimen- Yeni İzmir
1960 Doğumlu olan Maraşlı Yazar Nejla Arslan ile ilk kitabı olan Hanımeli ve Körebe kitabıyla
alakalı bir röportaj gerçekleştirdik.
Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremine kadar Maraş’ta yaşadığını ancak depremden bir
ay sonra önce Çanakkale ‘ye ardından da Sığacık’a yerleşen Arslan, şimdi 6. romanı olan
‘Sanmak’ı kaleme alıyor.
Kitap yazmaya karar verme nedeninine değinen Arslan, tutukluluk sürecinde kitap okuduğu için
işkenceye maruz kalan, cezaevi yaşan biri olarak, “Ben cezaevindeyken oradaki birine şunu
söylemiştim. Kitap okuduğum için tutuklandım. Ben kitap yazacağım, demiştim ve yıllar sonra
oradaki süreci anlantan Hamıeli ve Körebe’yi yazdım” dedi.
Romanlarının bir gülüşten, bir bakıştan yola çıkarak beden bulabildiğini söyleyen Arslan, ilk
kitabı olan Hanımeli ve Körebeyi’nin önce finalini daha sonra girişi yazdığını söyledi.
Farklı bir üslüba sahip olan yazar, sonbaharın kendisini çok etkilediğini, kar yağdığında daha
çok yazabildiğini belirtti. Arslan, “Hanımeli ve Körebeyi de hep kar yağarken yazmıştım. Mor
Sümbülü yılları da kar yağarken yazmıştım. Ben baharda genelde ktap okuyorum. Kar
yağdığındaysa yazıyorum. Zaten kitapta Sevinç’i, devamlı karın yağdığı soğuk odalarda
cezaevindeki eşi Ahmet için mektup yazdığını görürüz”
Yazar Nejla Arslan, ilk kitabı Hanımeli ve Körebe’yi 80 Darbesi döneminde tanık olduğu,
gözlemlediği olaylardan bedenn bulduğunu söyledi.
Toplumsal gözlemler yoluyla ortaya çıkan Hanımeli ve Körebe’de bir annenin çocuğundan uzak
kalışını, 80 döneminde insanların maruz kaldıkları fiziksel ve psikolojik şiddeti, dönemin
baskılarını, kadına bahşedilen rolller, cezaevinin zorlukları, cezaevindeki mahkumların
yaşadıkları baskılar, Kürtçe’nin yasaklı oluşu başta olmak olmak birçok toplumsal konuya
parmak basar. Tüm zorluklara rağmen direnen ancak finalde bunun için miydi, diyen bir kadının
hayal kırıklığını anlatan Türk tarihinin karanlık bir dönemine tanıklık eden bir kitap Hanımeli ve
Körebe.
Hanımeli ve Körebe, birbirini tam olarak tanımayan Sevinç ve Ahmet’in birlikteliğinden, ikisinin
cezaevi sürecinden ve o dönemin toplumsal olaylarından esinlenerek yazılmış bir kitaptır.
Kitapta siyasi suçlu olan Ahmet’in cezaevine girdikten sonra Sevinç’in hamile bir kadın olarak
toplumdan dışlanışını, yalnızlaşmasını, istenmeyişini görürüz. Bir taraftan Anadolu halkının
yoksuğun pençesinde yaşadıkları anlatılırken diğer taraftan kadının toplumdaki yaşadığı
baskılar, şiddet, sindirilme, değersizleştirme görürüz. Gerçek olaylardan yola çıkılarak yazılan
kitapta Nejla Arslan, kendisinin tutukluluk döneminde karşılaştığı Sevinç karakterinden yola
çıkarak bu kitabı yazdığını ifade etti.
‘Sevinç, Nazım Himet okuduğu için tutuklanan bir kadın’
Kitabın esas kahramını olan Sevinç’ten bahseden Arslan onun için şunları söyledi:
” Kitabın başkahramanı Seviç, 80 döneminde Afşin’den bir kadının onu şikayet etmesiyle
tutuklanıyor. Onun tutuklanma nedeni ise dönemin yasaklı kitaplarını okumak sadece. Sevinç
Nazım Hikmet okuduğu için o dönem tutuklanmış onlarca insandan sadece bir tanesi. Sevinç
sadece kitap okuyan,bir şirkette çalışarak yaşayan bir memur. Yaşamı seven, hayat dolu,
hepimizin çocuğu gibi. Devrimci duygularla büyüyen bir karekter.Ama Ahmet’in tutukluluk
döneminde Sevinç, hamile haliyle kimse tarafından istenmiyor. Devamlı olarak açlık, sefalet ve
yalnızlık çekiyor. Ne eşinin ailesi ne de kendi ailesi ona sahip çıkmıyor. Sevinç hiçbir şeyi
olmadan imkansızlılarla ayakta kalmaya çalışan bir kadın oluyor. Kadının ataerkiliğin hakim
olduu dönemde o,her şeye baş kaldırıyor. Kadına yapılan baskıları kabul etmiyor. Bu yüzden
devamlı olarak ablalarının, ailesinin, tanıdıklarının evinden kovularak dışarıda kalışını izleriz.
Sevinç, çaresizlikten çare üretebilen güçlü bir karakter olarak karşımıza çıkar”
80 Döneminde kitap okumak suç sayılıyordu
1980 Döneminde birçok insanın kitap okuduğu için tutuklandığını söyleyen Arslan, o dönemi
Hanımeli ve Körebe kitabında az da olsa yer verdiğini ifade ederek bunu şöyle açıklıyor:
” Bizler kitap okuduğumuz için tutuklanmıştık. Sonrasında berat ettik. İdanamede bizi suçlu
gösterecek bir şey yok. Kitap okumak bir suç değildi aslında ama o dönem için bu böyle değildi.
Bunu da inkar etmedik. Bunun için ben zamanında okul okuduğum okulun spor salonunda
işkeceden geçtim. Sadece ben değil. Kitapta da var. Onlarca insan kitap okuduğu için ciddi
işkencelerden geçiyordu. Zor şartlar altında bir gözetim süreci yaşamıştım. Kitabın adını da
zaten bundan sonra koymuştum. Bir zamanlar bahçesinde körebe oynadığım okulun spor
salonunda gözlerim bağlı bir şekilde yıllar sonra işkenceye maruz bırakılmıştım. Ben ve
beraberimdeki kadınlar. İşkence sırasında ben zamanında neden körebe diye bir oyun oynadım,
demiştim kendi kendime. Yıllar sonra kitabım böyle beden bulmuştu bir noktada. Sevinçle de o
spor salonunda tanıştık. Benim cezaevinedeki gözlemlerim ve Sevinç gibi insanların bana
anlatıklarından benim kitabım hayat buldu”
Dönemin aile yapısının da yer bulduğu kitapta, bir taraftan bilinsizlikten dolayı çok çocuklu
ailerin geçim sorunları, yoksullukla mücadeleleri işlenirken diğer tarftan da otoriter aile yapısının
çocukların hayatında nasıl yer edinişini anlatır Hanımeli ve Körebe.
‘Çocuğa hatta yapma hakkı tanınmalı’
Arslan bu iki durumu işlerken kitaptaki aile yapısıyla ilgili şunları anlattı:
” O dönemde kardeşler birbirine annelik babalık yapıyordu. Sevinç, anne ve babasından
görmediğini kardeşi Ceylan’dan görüyordu. Bütün feodal yapıda olduğu gibi, baba kurak koyucu
annede de uygulatıcı bir sistem mevcuttu. Şimdiki annelik anlayışı yoktu o dönemde. Aslında
burada annelik ve babalık anlayışı sorgulanmalı. Otorite, kurallar mutlaka bir ailede gerekli ama
bunun dozunu iyi ayarlamak gerekiyor.Çocuk ailede hatta yapma hakkına sahiptir. Hatasız
olursa hatta yapma hakkı tanınmazsa ileride çok daha büyük hatalar yaparlar. Kitapta kızların
feodalitede hatta yapma haklarının olmayışını ele aldım. Kızların o dönemde hatta yapma
hakları yoktu.Ben bunun altını çizmek istedim aslında. Kitapta Sevinç’in kız kardeşleri olan
Gülden, Nehir, Ceylan ve Fulya üzerinden sıkça görüyoruz bunu. Özellikle Gülden ve Nehir
okumuş, son derece kültürlü kadınlar olmalarına rağmen bir işleri olmalarına rağmen
evlendikten sonra içinde bulundukları toplumun kuraları, baskıları yüzünden bambaşka kadınlar
oluyorlar. Eşlerinden şiddet görüyorlar. Kendilerine dayatılanlara bir yerden sonra boyun
eğmeye başlıyorlar.Kitabın karekterinden biri olan Gülden eşinden şiddet gördükten sonra
babasının evine gider fakat baba Gülden’i eşinin evine geri gönderir.Bu o dönem için çok doğal
bir şeydi.Halen bazı yerlerde de bu böyledir. Babalar evlenecek kızlarına’ gelinlikle çıktın
kefeninle döneceksin’ kız ölünce ölüsü babanın evine gider çünkü. Buradaki mantık da o
mantıktır.Çok fazla kadın ailesi arkasında durmadığı için, hiç istemediği hayatlar yaşamalarına
neden olmuştur. Ben de kitabımda buna yer verdim.
Kitap genel itibariyle birçok insanın kendisinden birer parça bulabileceği, kadınlar konusunda
aslında bir arpa buğday yol kat edilemediğini tekrar tekrar bize hatırlatan nitelikte. Toplumdaki
olayları bize ayna gibi tutan bir özelliğe sahip Hanımeli ve Körebe.
Şaha Çimen