BEN ONUN KİM OLDUĞUNU BİLİYORUM

Sevgili dostlar, Bu gün affınıza sığınarak geçmiş yazılarımdan birini paylaşacağım sizinle. Bu hafta yazı yazmaya vakit...

Sevgili dostlar,

Bu gün affınıza sığınarak geçmiş yazılarımdan birini paylaşacağım sizinle. Bu hafta yazı yazmaya vakit bulamadım. Hem köşem boş kalmasın hem de birkaç arkadaşım yazının tekrarlanmasını istedi. Onların gönlü hoş olsun. Okuyamayanlar için yeni, okuyanlar ve unutanlar için tekrar olsun.

Olay İngiltere’de geçer.

Yaşlı bir adam sabah erkenden evinden çıkmış yolda ilerlerken, bir bisikletlinin kendisine çarpması sonucu yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmıştır.

Sokaktan geçenler yaşlı adamı hemen en yakın sağlık merkezine ulaştırır. Hemşireler adamcağızın yarasına pansuman yaparlar ama biraz beklemesini ve röntgen çekerek herhangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söyler.

Adam huzursuzlanır, acelesi olduğunu söyler.

Hemşireler merakla acelesinin nedenini sorar.

Adam, karım huzur evinde kalıyor. Her sabah aynı saatte onunla kahvaltı etmeye giderim. Geç kalmak istemiyorum.

Hemşireler, siz gecikince karınızın merak edeceğini düşünüyorsunuz haklı olarak. Hemen telefon edip kaza geçirdiğinizi söylemeden bir işinizin çıktığını belirterek sizin gecikeceğinizi bildirelim.

Adam, üzgün bir ifadeyle, Ah! Dediğiniz gibi olsa, ne yazık ki, karım Alzheimer hastası, benim kim olduğumu bile bilmiyor.

Hemşireler, hayretle, madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor, neden onunla her gün kahvaltı etmek için koşuşturuyorsunuz?

Adam, buruk bir sesle, ama ben onun kim olduğunu biliyorum.

***

Hikâyeyi beğendiniz umarım.

Eskiler bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır, derdi. Bu söz şimdilerde geçerli midir, diye sorsam; çoğunuz o eskidendi, diyeceksiniz. Günümüzde insanlar arasında hatır, gönül kalmadı gibi. Ne kadar da çok bireyselleştik, çıkarcı olduk. Karşılıklı ilişkilerde çoğu insan hep kendi çıkarını düşünüyor. Çıkarı yoksa ne selam veriyor ne de alıyorlar.

Fuzuli’nin dediği gibi: “Selam verdim almadılar, rüşvet değildir diye.” Şimdi o günlerdeyiz sanki. Herkes kendini düşünüyor, çıkarını düşünüyor. Çıkar varsa ilişki de devam eder. On kilometre öteden, selam verir ve alır.

Tekrar hikâyeye dönersek;

Adam ne kadar da iyilikbilir bir kişiymiş. Eşiyle birlikte yaşadığı güzel günlerin hatırını tutuyor. Karısını o kadar çok seviyor ve sayıyor ki, karım beni nasıl olsa tanımıyor, diyerek terk edip gitmiyor. Sanki eski günlerdeki gibi onunla birlikte kahvaltı ediyor.

Böyle bir eşiniz olmasını istemez miydiniz?

Günümüzde kaç erkek ya da kaç kadın bulabiliriz, bunun gibi?

***

Ya da söyle sorsam: Kim istemez bu adam gibi bir eş, bir arkadaş, bir dost, bir kadın ya da bir erkek? Siz istemez misiniz?

İstemezseniz bundan sonrasını okumayın.

Kendimiz için böyle birini istiyorsak, önce kendimiz böyle biri olmak zorundayız. Önce kendimiz olacağız ki; karşımızdakinden isteyebilelim.

Kadın ya da erkek, fark etmez. Önce kendimiz hikâyenin kahramanı gibi davranabilecek miyiz? Önce bunu sorgulayalım.

Davranabileceksek eğer hiç merak etmeyin eşiniz de aynı davranışı gösterecektir.

Sevgi, saygı ve mutluluklar.

Bakmadan Geçme