BAKIR VE KALAY
Kızıla çalan bakır. Pek kolay göze de çarpmaz. Ancak üzerine bir parça kalay vurulduğunda parlar, göz...
Kızıla çalan bakır. Pek kolay göze de çarpmaz. Ancak üzerine bir parça kalay vurulduğunda parlar, göz alır. “Ben buradayım” der adeta.
Genç insan da böyledir. Altında var olan ile görünen kısmı arasında çok yol vardır. Bazen göz alıcı bir coşku, sevinç…
Biraz eşelersiniz altında ince bir sızı. Yahut bir isyanın altında derin bir keder, yalnızlık, mutsuzluk.
Pencere kenarında kürsünün hemen önündeki sırada oturuyordu. Aslına bakarsanız pek oturamıyordu da denilebilir. Siyah kıvırcık saçları, kara üzüm tanesi gözleri. Bütün her şeyini varını yoğunu doldurup sırtına vurduğu çantası. Ne çok eskimiş. Kenarları iplik iplik açılmış. Bir köşesine bir şeyler karalanmış. Pek seçilmiyor neye dair olduğu. Kara kapkara bir çanta…
Pencereden üzerine düşen ışık, yeterince ısıtıyor muydu bu kış gününde? Çözer miydi yüreğindeki buzları? Darlanıp da nefes almakta zorlanınca bir umar dolar mıydı? Ferahlatır mıydı onu?
Kıpır kıpır bir öğrenci demek yeterli değil elbet. Kalburüstünde patlayan bir avuç darıydı o. Bir öndekine, bir yandakine, bir arkadakine sataşır dururdu. Bazen de hızını alamaz sınıfın en gerisindeki öğrenciyle uğraşırdı. Bunu bazen derslerde bazen teneffüslerde yapardı.
Bir rehberlik dersindeydik. Gözlerim onun üzerindeydi. Bir iki teneffüs öncesi arkadaşları gelmiş şikâyette bulunmuşlardı. Onları, “birbirinize karşı biraz daha anlayışlı olun. Belki bir derdi vardır arkadaşınızın. Belli ki sizinle arkadaşlık yapmak istiyor, ancak bunu nasıl yapacağını bilmiyor” deyip “rehberlik dersinde bu konuyu konuşacağımızı söyleyerek sınıfa göndermiştim.
Bir ara yanındaki arkadaşına dirsek attığını fark ettim. Arkadaşı tam bir şeyler söyleyip tepki gösterecekti ki benim olanları gördüğümü fark edince sustu.
“Kalk oğlum “ dedim. “Arkadaşına yol ver”
Hem o hem arkadaşı afallamıştı. Bir soru sormaksızın ayağa kalkıp arkadaşına yol açtı.
“Gel yanıma” dedim yumuşak bir sesle.
Geldi. Soru soran gözlerle yüzüme baktı.
“ Ben bir şey yapmadım” dedi.
“Ben sana bir şey yaptığını söylemedim ki.”
Sınıftaki öğrencilere:
“Bize bir iki dakika izin verin gençler” dedim.
Sınıfın kapısı önüne çıktık. Ben duvara yaslandım. O üç beş adım atıp kaloriferin önünde durdu. Başı öne eğik. Gözleri yerdeydi.
“Şöyle karşıma gel bakalım.” Dedim. Sessizce itaat etti. O esnada bir yaprak üzerine konmuş bir kelebek havalandı, başka bir yaprağa kondu. Kıpırtısız.
Yamacımda durdu. Sakindi. Gözlerindeki sorular çoktan silinmişti.
“Neden” dedim. “Neden böyle davranıyorsun?” hazırlıksız yakalanmıştı. Ne tepki vereceğini soruyu nasıl yanıtlayacağını bilmiyordu.
“ Böyle davranırsan kimseyle arkadaşlık kuramazsın. Dostluk da. Yalnız kalmak bir başına olmak mı istiyorsun? Yalnızlık kimi mutlu edebilir ki. İyi ya da kötü bir şeyi kimselerle paylaşmamak.”
Sözlerimi henüz bitirmemiştim ki,
“ Annem…” dedi.
“Annem öldü… Öğretmenim.”
Boncuk boncuk yaşlar gözlerinden yanaklarına doğru süzüldü. İçindeki o büyük acı, o büyük hüzün ve o büyük özlem işte tam olarak yüzündeydi ve iniyordu damla damla…
Sorular ne çok anlamsızdı şimdi.
Yanıtlar ne çok anlamsız…
“ Ben buradayım, yalnız kalmak istemiyorum” diyordu o. Ancak bunu söyleyiş biçiminden olsa gerek kimseler anlamamıştı. O bunu ifade etmek için pek de onaylamadığımız bir yolu seçmişti.
“ Benim de .” dedim. “ Benim de annem öldü. İlkokul dördüncü sınıfa giderken. Biliyor musun? İnsan bunu anlamakta zorlanıyor. Sanırım sen de bunu yaşamış olmanı anlamlandıramıyorsun.”
Bir parça aydınlanmıştı yüzü kendine bir paydaş bulduğu için. Beni dikkatle dinliyordu.
“Ben çok içine kapanık bir kızdım. Çok ürkek ve çekingen. Gözyaşı gözlerimin hemen ucundaydı. Küçük bir sözle küçük bir dokunuşla dökülüverirdi. Sebep her ne olursa olsun. Kimse bilmese de ben bilirdim. Tıpkı şimdi senin bildiğin gibi… Ben de anneme ağlardım.”
“Bir yıl önceydi.” dedi. “ Hastalandı annem…”
Nasıl anlatacağını bilemiyordu. Ancak tavırları bakışları onun ne çok şey anlatmak istediğini ele veriyordu.
“ Babam onu doktorlara götürdü. Öyle torba torba ilaçlarla döndüler. O ilaçlar var ya o ilaçlar. Hepsi birer kahramandı benim gözümde. Annemi yakalandığı dertten kurtaracaklardı.
Sonra bir süre hastanede yattı annem. Onun evde olmadığı günlerde ne çok dua ettim. Annem eve gelsin, iyi olsun diye.
Eve geldi sonra. Yanı başında olmak için çok okuldan kaçtım. Yemeden içmeden kesildiği zamanlar evde yemek yemek ne kadar da zordu. Ağzıma götürdüğüm her lokmada suçluluk duyuyordum.
Eridi az daha eridi tükendi sonra.”
Gözlerinden akan yaşı elinin tersi ile sildi. Bir nefes aldı. Rahatlamıştı. Gözleri ışıldıyordu. Tozlu yaz yapraklarının üzerini bir yağmur arındırmıştı sanki.
Çiçekliydi toprak. Rengârenk çiçekler vardı. Arılar vızıldaşıyor, kelebekler uçuşuyordu. Bahardı.
Yine renkti.
Yine çiçekti.
O artık mutluydu. Birlikte arkadaşlarıyla sohbet ettiğini görüyordum. Gülerek keyifle bir
Şeyler anlattığını. Kantinde birileriyle çokça da kendi sınıfından arkadaşlarıyla kahvaltı ettiğini.
Bütün yaraların, acıların ilacıydı sevgi. Hangi yara sarılmazdı ki…
Sevgi ve dostlukla…