Babam: Bedeli ödenmiş bir yaşamın insanı
Merhabalar kıymetli okurlarım. Bu makalemde babamın çoğu insanınkinden farklı olan yaşamından ve ne fedakarlıklarla baba olunuyor...
Merhabalar kıymetli okurlarım. Bu makalemde babamın çoğu insanınkinden farklı olan yaşamından ve ne fedakarlıklarla baba olunuyor biraz onlardan bahsedeceğim.
Ödemiş’in Pirinççi köyünde beş çocuklu çoban bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldin. Çocukken ilkokul çağlarında yaz tatili ve okuldan arta kalan zamanların diğer kardeşlerin gibi sırayla babanın (dedemizin) hayvanlarını güderek eve destek olmakla geçti. O yıllar evlerde ayrı gayrı yoktu, bet bereketin olduğu yıllardı o yıllar. İlkokulu bitirince köye 23 km uzaklıktaki Ödemiş merkezde bulunan çok istediğin İmam Hatip’e yazıldın. Zordu gidip gelmek, o yıllar araç çok bulunmuyordu. Çileliydi o okul yolları ama senin şikayetin yoktu. Hem okumaya gönül vermiştin hem de çobanlığın bir yere kadar olduğunu biliyordun. Daha farklı, topluma daha faydalı bir şeyler yapmalıydın çünkü. İmam Hatip’in ilk yılında sağ-sol olayları yüzünden okulu yaktılar ve işte o günler kader ağlarını örmeye başlamıştı sanki. Eve döndüğünde baban çizmeleri önüne koyup, “Hayvanlar ağılda, senin işin bu” demişti. Ataya saygıdan içinde ne kadar haykıran hayallerin varsa da giyip gittin hayvanların başına. Bir ay, iki ay, üç beş derken bir gün kadere isyan edercesine, “Benim işim bu değil, burada olmamalıyım” deyip kafana koydun İzmir’e gelmeyi.
Kararın kesindi belki ama bir sorun vardı. İzmir’e gelecek kadar bile olsa yol paran yoktu. Anacığına açıldın, karşı çıktı ilk başta. “Baban öldürür, sakın” dedi evlat sevgisiyle yanan yüreği ama baktı sen kararlısın, kaderine mani olmamak için merhametli yüreğine taş basıp bir sepet incirle bir yolluk yaparak gurbete yolladı çok sevdiği Hasan Hüseyin’ini.
Girişken ve sempatik kişiliğinle birkaç işte çalışıp sevdirdin hep kendini ama aklın hep seni bir sepet incirle İzmir’e yollayan anacığındaydı. Şimdiki gibi teknoloji yoktu, öyle kolay değildi haber almak. İzmir’in çeşitli yerlerinde kurulan pazarlara ürünlerini satmaya gelen köylülerinden haber alıyordun ve selam yolluyordun yalnızca.
Gel zaman git zaman askerlik çağına geldin ve helallik almak adına baba ocağına döndün. Öyle ya; gidip de gelmemek, gelip de görmemek vardı. O zamanlar askerlik çağına gelen delikanlının yuva kurma vakti de gelmişti. Yirmi yaşında fidan gibi delikanlıydın. Köyün içinde dikkat çeken, dalgalı saçlı, beyaz tenli, efendi bir genç.
Aynı köyden muhtar İlhami Bey’in kızını sevdin. Aileler olarak birbirine pek yakın insanlar olmasa da Allah’ın emri konup söz kesilmişti. Kayınpederin, yeni yeni tüccarlık yapmaya başlamıştı. O köyün en fakir insanlarından biriyken mali durumu düzelmiş biraz. Tabi aynı köyün içerisinde yıllarca sürülerce hayvanları olan sizin için çok farklı veya özel bir durum değildi bu.
Bilakis babanı (dedemi) dünürünün bazı kibirli hareketleri rahatsız ediyordu çünkü sevmezdi o adam, öyle işleri de bilmezdi. Onurlu, gururlu insandı. Evet, belki çobandı ama çiğ işi yoktu hiçbir zaman. Sofrasında ekmeği yenir, sohbeti dinlenirdi. Dünürünün bazı hareketlerinden dolayı, “Gel, olmasın bu iş” demişti ama anacığın da sen de kararınızdan dönmediniz. Ufak yerdi çünkü, söz kesilmişti. Eskiden nişan atılan ailelerin kızına pek de iyi bakılmazdı. Onun için verdiğiniz sözden geriye dönmediniz.
Bir hayalin vardı, evlenip mutlu bir yuva kurup çoluk çocuğa karışmayı istedin ama kayınpederin, buna hiçbir zaman izin vermeyecekti. Bunun nedenini ne sen ne de ben hiçbir zaman anlayamadık. Bir kin vardı içinde anlamlandıramadığımız senin sülalene karşı. İlhami Bey burada da başarılıydı, ticaretteki gibi bedelini bize ödetti.
Hiçbir zaman saygıda kusur etmedin o taraftan kimseye. Yeri geldi, seni saymayanı bile saydın, sevdin. Ben buna şahidim, senden razıyım bu konuda ve ayrılığı en büyük destekleyen insan da annemin babası İlhami Bey oldu hep. Sakın bey dememi bir ukalalığım olarak düşünmeyin lütfen çünkü ben hep resmi durmak durumunda bırakıldım. Biz küçükken sofrada yediğim yemekte bile yiyiş şeklime gelinceye kadar bahaneler bulunup az rencide edilmedim. Utangaç bir çocuk olarak doymayıp bereket okuyup mahcup kalktım o dedemin sofrasından çoğu zaman. Allah razı olsun, yine de bu da kaderlerden bir kaderdir dedim.
Birilerinin egosuna, kibrine İlhami “Bey”in yenildik biz. Birimiz gençliğini hayallerini, birimiz çocukluğunu ve umutlarını kurban verdi. Nedenini bize kimsenin söyleyemediği bir durumdan dolayı boşa harcanan yıllarımız var bizim. Hem anneliğini hem babalığını gördüm, senin hakkın nasıl ödenir? Bununla kalmadın da bir de kısa da olsa cezaevine bile girdin benim için. Bana yapılan bir haksızlığa sessiz kalmayıp kendini olayın içinde bularak ceza aldın. Gün görmediğin için bu hayatta sana her baktığımda yirmi yaşındaki Hasan Hüseyin’i, “babamı” görüyorum hep. Bedeli ödenmiş aile yaşamlarının insanlarıyız biz. Hem bir baba, hem de kader arkadaşımsın sen benim. Allah; ayağına taşı değdirmesin, başımdan eksik etmesin.
Küçük bir dip not: Lütfen çocuklarınız evlendiğinde dünürlerinizi taraf olarak görmeyin. Siz-biz olmak yerine büyük bir biz olunmalı. Gençlere de tavsiyem; senin ailen-benim ailem konularına sakın girmeyin çünkü öyle bakılırsa yuvalar eğreti durur ve sürekli zıtlıklar meydana gelir. Birbirini seven iki insanın bir araya gelip bir çocuğunun olması, mucizelerin en büyüğüdür.
Sevgi ve saygılarımla, sağlıcakla kalın.
Bu yazı gazetemizin 7 Temmuz 2021 tarihli sayısında yayımlanmıştır.