Ayrık otları

İnternetteki bilgilere bakılırsa çok eski zamanlardan beri günümüze kadar kullanılan doğal şifa kaynaklarından biri imiş ayrık...

İnternetteki bilgilere bakılırsa çok eski zamanlardan beri günümüze kadar kullanılan doğal şifa kaynaklarından biri imiş ayrık otu. Otoyol kenarlarında, boş arazilerde ve tarla vasfındaki yerlerde kendiliğinden yetişirmiş. Hem zehirli hem de şifa kaynağı olma özelliği varmış. Ayrıntısına girdikçe hangi vitaminleri içerdiği, hangi hastalıklara iyi geldiği falan anlatılıyor internet sayfalarında.

Ama ayrık otu denince benim aklıma ‘uyumsuzluk’ ve ‘farklılık’ gelir.

Liseye dört yıl ara verdikten sonra 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kazanınca pek bir mutlu olmuştum. 20 yaşındaydım. Tercih yaparken son sıra hariç İstanbul’daki okulları yazmıştım. En son sırada İzmir vardı. “Okuyacaksam İstanbul’da okumam gerekir” fikrindeydim.

İstanbul zor kentti. Birkaç ay bir arkadaşın evinde sığıntı gibi yaşadım (Onlar bunu bana hissettirmedi ama okuyorsa büyük teşekkür). Her gün Harem’den Eminönü’ne vapurla gidip geldim. Bana evlerini açan arkadaşlara daha fazla sıkıntı vermemek adına Gülhane’de bir otele geçtim. En ucuz otel orasıydı. Yanlış hatırlamıyorsam yaklaşık iki ay Ayasofya Müzesi’nin altındaki Çınar Otel’de kaldıktan sonra Suriçi’ndeki Edirnekapı Öğrenci Yurdu’nda kalma hakkı elde ettim.

Yeni terleyen bıyıklı fotoğraflarım yüzünden nerdeyse yurda kayıt hakkımı kaybediyordum ki bıyıklarımı kesip yeni fotoğraf çektirdikten sonra kendimi yurda atabildim.

Okulumuz, Beyazıt Meydanı ile Laleli arasındaki eski Zeynep Hanım Konağı yerine yapılmış tarihi binada idi. Heybetli bir görüntüsü vardır.

İlkler, hep masumiyetini korur. İlk arkadaşlıklar da öyle…

Maceralı bir eğitim sürecinin ardından bu okulu 1990’da bitirip 91’in ilk aylarında göreve başladım.

84 girişli olan kimi arkadaşlar, çeşitli nedenlerden dolayı devam edemedi. Fakültemiz, Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi ile birlikte Türk Dili ve Edebiyatı alanında Türkiye’nin en önde gelen okulları arasında sayılıyordu.

Bizim okulun en zorlu yanı, Arap harflerini öğrenmek ve Arapça ile Farsça kökenli kelimelere uyum sağlayabilmekti. İmam Hatip çıkışlı öğrenciler, bu konuda hiç zorluk çekmezken Osmanlı Türkçesi en zorlandığımız dersler arasında yer aldı.

Kolay bittiğini söyleyemem.

12 Eylül askeri darbesinin ardından yeniden kurulmaya başlanan öğrenci dernekleri, yemek boykotları, yürüyüşler ve olaylar derken 88’in sonunda final öncesi aldığım cezalar nedeniyle iki yıl daha İstanbul’da kalmak zorunda kaldım.

Biz üç kardeş, aynı zamanda farklı illerde üniversite okuduk. Gazete dağıtıcılığından tutun da sokak levhaları ile kapı numaraları çakma işinden figüranlığa kadar pek çok işte çalıştım.

Altı yıllık İstanbul yaşamımda çok sayıda arkadaş edindim. Sınıfımız 150 kişilikti. Kendi sınıfımızdan, diğer fakültelerden… Kendi sınıfımızdan dört yıl boyunca hiç selamlaşmadığım ve konuşmadığım sınıftaşlarım oldu. Ya dünya görüşlerimiz çakışmadı ya da yaşam tarzlarımız. Okulu bitirip her birimiz ülkemizin başka başka illerine savrulunca unuttuk gitti birbirimizi.

Malum, o yıllar ne cep telefonları vardı ne de e-sosyal iletişim sayfaları. Cep telefonları ve facebook benzeri e-sosyal sayfalarla benzeri iletişim grupları yaygınlaşınca yeniden birbirimizle iletişime geçtik. Beş yıl kadar önce de her gün birlikte olduğumuz 10-15 kişilik bir arkadaş grubu ile yeniden haberleşmeye başladık. Birbirimize gidip geldik.

Uzatmadan konumuza gelelim. Geçtiğimiz hafta sonu bu arkadaşlarımızla Birgi’de birlikte idik. Kimileri ile arada görüşüyorduk ama okuldan mezun olmaya başladığımız 1988 yılından bu yana ilk kez bir buluşma gerçekleştirdik. Dile kolay, 30 yılın ardından.

Birgi, Gölcük ve Ödemiş’i gezdik. Özellikle Birgi’ye hayran kaldılar. Cumartesi pazarını dolaştık. İğnelik ve turpotu alıp zeytinyağı ve peynir türlerine ilgi gösterdiler. Bir arkadaşımız, dönüşte şöyle yazmış:

“Ne bulduysak içtik / Ne bulduysak yedik / Ne bulduysak aldık / En önemlisi yeniden tanıştık / Ben o yıllarda sizlerle çok kısa süreli beraber oldum. / Ama iyi ki tanımışım sizleri…”

Sanal alemden, telefonlarımızın tuşlarından ‘beğen’ ve ‘paylaş’ yapmaktansa gerçek dünyada birbirimize ‘sarıl’ ve ‘dokun’ yaptık.

Biz, bazı arkadaşlarımıza göre bir grup ayrık otu idik öğrencilik yıllarımızda. Hergele’de çay içer, dersleri takardık. Süleymaniye’de kuru yer, Mısır Çarsısı’na volta atardık.

Çağımız, kocaman bir dünyadan küçücük bir sanal aleme evrilmenin şahitliğini yapıyor. Biz, İstanbul Edebiyat’ın ayrık otları, yaptık yine yapacağımızı ve anılarımızı tazelerken dokunmak ve sarılmak eylemlerini yeniden keşfettik.

84 girişliler olarak ilk küçük kurultayımızı yaptık. Belki ilerleyen zaman içinde daha büyük bir kurultay gerçekleşir. Ve biz yeniden başlarız fakültemize. Ayrık otu özelliğimizi koruyarak ama hatalarımızdan da ders alarak yeniden buluşuruz Amfi 10’larda…

Anılarda yeniden var olmanın dayanılmaz güzelliğini herkese tavsiye ederim.

Bakmadan Geçme