AVM: Yeni yüzyılın tapınakları

Yer değiştirmenin insan yaşamına kazandırdıkları kadar kaybettirdiklerinden de söz edilir çoğu zaman. Ama bunların yazıya dökülüşü...

Yer değiştirmenin insan yaşamına kazandırdıkları kadar kaybettirdiklerinden de söz edilir çoğu zaman. Ama bunların yazıya dökülüşü pek de kolay olmasa gerek. Hemen her gün milyonlarca hafif kaldı milyarlarca insan türlü nedenlerle yola çıkar.

Bu yolculukların kimisi isteyerek yapılır ki, çoğunlukla adına turistik gezi diyorlar. Kimi yolculuklarsa Kemal Anadol’un “Büyük Ayrılık” romanında anlattığı gibi bir savaş sonrası insanların binlerce yıl yaşadıkları yurtlarından zorunlu sökülüp atılmasıdır. Türk Bağımsızlık Savaşı sonrası Ege’de yaşanan ve mübadele/karşılıklı yer değiştirme olarak adlandırılan yolculuk, geride nice gözyaşı ırmağını da denize taşıdı.

Türklerin tarihi, onların gezgin bir toplum olduğunu gösterir. Kökenlerimize göre bizim aile de Yörük. Yörük, yürümekten geldiğine göre genlerimde taşıdığım bu özellikten olsa gerek hiç düşünmeden tarih yerine coğrafyayı seçtim. Mesleğimi yaparken teorik coğrafyayı bir yıl yapsam da emeklilik sonrası altı yıl uygulamalı coğrafya adını verdiğim bir uzun Türkiye yürüyüşüne giriştim. 2000-2006 yılları arasında gezmediğim birkaç il kaldı. Türkiye’nin en uç noktalarına yaptığım seyahatlerde gördüğüm yerler kadar o yörelerde yaşamını sürdüren insanlarla kurduğum diyalogların birçoğu halen belleğimdedir.

Torun Yaman’ın dünyaya gelişiyle birlikte bu gezgin ruhumuz, sanki yeniden depreşti! Bir keresinde yılda tam yedi ayrı yerde konakladık. Taşınmaktan adeta şaşkına döndük. Son konakladığımız yer de başkent Ankara’ydı. Eylül’den Kasım ayı ortalarına kadar Tunalı Hilmi Caddesi’nde bir apartman dairesinde oturduk. Ankara’ya ikinci kez konuk oluyorduk. İlki 1994 yılında dil kursu nedeniyle beş ay sürmüştü. Bu kez Yaman’ın annesinin kursu vardı. Yabancısı olduğunuz bir kente -hele bu büyük kentse- uyum sağlamanız çok da kolay olmuyor. Ancak benim gibi yaşamının büyük bölümü yollarda geçmiş biri için hiç de zor değildi. Kısa sürede kurduğum diyaloglarla kendimi büyük kent yalnızlığından koruyabildim.

Ankara’da yaşadığımız bu kısa sürede bana ilginç gelen kimi anekdotları yeri gelmişken aktarayım.

Ankara’nın uzun yıllardır Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı sürdüren Melih Gökçek, hangi taksi şoförüyle konuştuysam onlardan tepki almıştı. Ankaralı bir şoförle o dönemin yerel seçimlerini konuştuğumuzda onun değerlendirmesi şöyleydi: “AKP’nin belli kemik bir oy oranı var. Ancak bu oy oranı, AKP’ye seçim kazandırmaya yetecek düzeyde değil. Eğer CHP, Murat Karayalçın yerine örneğin Mansur Yavaş’ı aday gösterseydi bugün yüzde altmış gibi bir oyla Büyükşehir’i kazanabilirdi. Ankaralılar, Karayalçın’ı sevmiyor. Evet Melih Gökçek de sevilmiyor ama karşısına halkın gerçekten benimseyeceği bir aday çıkmadığı için kazanıyor. MHP de Mansur Yavaş’ın kendi şahsi gayretleriyle o oyu aldı.”

Hani derler ya, çocuktan al haberi; siyasetin nabzını da iyi tutan meslek mensupları arasında başta berberler olmak üzere taksicileri de ikinci sıraya mı alsak acaba?

Oturduğumuz ev, Ramada Oteli’nin karşısında Çankaya’nın en gözde caddesi olmasına karşın Kuğulu Park’a ve oradan da ünlü alışveriş merkezi Karum’a kadarki yaya kaldırımı ki yayaların çok sıkça gezinti yaptığı alan olmasına karşın çocuk arabasıyla doğru dürüst yürüme olanağı bulamıyor insan. Bu nasıl bir belediyecilik anlayışı? Büyükşehir’le ilçe belediyeleri arasındaki siyasi çekişmenin su yüzüne çıktığı en belirgin noktalar, yaya kaldırımları olsa gerek. Doğrusu başkent Ankara’ya hiç yakışmıyor.

Karayolları haritasına bakıldığında Ankara’nın dört bir çevresinin otoyollarla çevrili olduğu görülür. Bu otoyol çıkışlarından ikisini Beypazarı ve Gölbaşı yolculuğu yaparken kullandık. Bu yolculuklarımız sırasındaki gözlemimse kent insanlarının kentin dışını mesken tuttuğudur. Bu gözlemimi uzun süredir Tunalı’da berberlik yapan bir Yozgatlı yurttaşımız: “Artık eski işlerimiz yok beyim, buradaki apartmanların hemen birçoğu işyeri oldu. İnsanlar da kent dışındaki sitelere taşındılar” diyerek doğruladı.

İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerimize otobüsten indiğinizde servis araçlarıyla gideceğiniz semte en yakın yere ücretsiz yolcu taşıma işi ne yazık ki Ankara’da yok. Eşimin Ankara’dan İzmir’e gitmesi için önce taksiye binip Kızılay’a inmesi, oradan Ankaray’la otogara gitmesi gerekti. Servis araçlarına neden şehiriçi ücretsiz yolcu taşıma izni verilmediğini merak etmişimdir. Sanırım bu konuda taksicilerin oyları otobüsçülerinkine oranla daha ağır basıyor! Öyle ya, büyük alışveriş merkezlerinden Ankamall önünde konuşlanan taksi durağı için Migros firmasına her ay 20 bin dolar para ödeyen taksici, bedava yolcuyu otogara getirip götüren servisçiler olursa nasıl ödeyecek ki bu kirayı, değil mi?

“Ankara’da nereyi gezelim?” diye bir soru sorduğunuzda akla ilk gelen yer AVM’ler, yani yeni yüzyılın alışveriş tapınakları! Hafta sonu hele bir de hava günlük güneşlikse alırsınız çocuğunuzu doğruca bir alışveriş merkezine. Orada bir ışık cenneti içinde ister yürüyen merdivenlerle ister çevreyi seyredebileceğiniz modern asansörlerle alt kat senin, üst kat benim dolaşır durursunuz. Her vitrinin önünde beş dakika dursanız, akşamı bulmanız işte bile değildir. Sonuçta bu kadar gezintiye ayaklarınız da mideniz de isyan ettiğinde kendinizi yine bu cennete konuşlanmış bir lokantada bulabilirsiniz. Biz de öyle yaptık. Torun Yaman’ı bir türlü kopmak bilmediği oyuncak cennetinden ancak türlü atraksiyonlarla kopartıp midemizi sevindirebildik.

Bu alışveriş cennetlerinde gördüğümüz saat, mücevher ve cep telefonu fiyatları karşısında dudaklarımız doğrusu uçuklamadı değil. Bu rakamlardaki ürünlere alıcı bulunuyor ki, vitrine konuluyor, dedik. Eh, tabii burası Ankara, ülkenin para musluğu burada. Musluğun başında oturanlar almayacak da biz emekliler mi alacaktık, öylesi ürünleri!

Neyse bu Ankara muhabbeti daha süreceğe benziyor. Şimdilik bir nokta koyalım. Belki bir başka gün aklımızda kalan öteki notları kaleme alırız.

Bakmadan Geçme