Zaferimiz kutlu olsun

Cumhuriyet Bayramı’nda Ankara'da Anıtkabir'deydim. Anayasa Profesörü Süheyl Batum ile Dünden Bugüne Cumhuriyet isimli köşe yazımı sizler...

Cumhuriyet Bayramı'nda Ankara'da Anıtkabir'deydim. Anayasa Profesörü Süheyl Batum ile Dünden Bugüne Cumhuriyet isimli köşe yazımı sizler adına yazmıştım. 29 Ekim için tarihi yolculuk ve değerli dostlarla olmak harikaydı. Zafer Bayramı'nda da oradan size merhaba demeyi çok istedim ama kısmet olmadı. Vefalı dostumuz, Cumhuriyet Başsavcısı olarak yıllarca hizmet eden, bugünlerde emekli olsa da yine gönül hizmetlerine koşan ihlaslı samimi dindar ve gerçek bir Atatürkçü Kamil Kutluay ile sohbetimiz, Alanya'da gerçekleşti. 'Hep anamızın hatırını soruyorsun, cehdimizi unutma' diyenler adına bu yazı çalışmasını birlikte hazırladık. Her gülün goncası, her goncanın da bir harı varmış yani dikeni. Dikenler ve acılar, bizi öldürmüyorsa mutlaka güçlü kılacaktır. Yeter ki birbirimizin harı olmayalım. Efendim, canım okur sabır ile keyifli okumalar diliyorum.

Hasta adam Osmanlı

Londralı bankerlerden yüksek faizle borç alıp saray inşa eden imparatorluk, Ulu Hakan İkinci Abdülhamit'in 1881'de yayınladığı Muharrem Kararnamesi'yle moratoryum ilan etmiş yani iflasını açıklamıştı. Bir zamanlar üç kıtaya hakim olan Osmanlı, böylece mali bağımsızlığını yitirmiş ve bütçesinin yönetimi, alacaklı devletlerin kurduğu Duyûn-u Umumiye'nin eline geçmişti.

Çöküş, çok hızlı oldu. Cezayir, Trablus, Libya, Bosna, Balkanlar hatta Kars, Ardahan, Batum vatan toprakları, süratle elimizden çıktı. Verdiğimiz yüz binlerce şehit, gözlerini bile kırpmadan canlarını feda ettiler vatanımızı kurtarmak için ama kaybettik. Lakin Süleyman Nazif'in ifade ettiği gibi şehitlerden 'Ne ihtiyarlığın verdiği yorgunlukla buruşmuş alınlarında bir şikayet işareti vardı ne de gençlerinin üstleri henüz kararmamış dudaklarında erken yaşta ölümden dolayı bir kızgınlık ve isyan kıvrımı… Hepsinde aşk ve imanın güveni, övüncü parlıyor. Eski yeni, büyük küçük, Allah'a inanan, inanmayan hiçbir millet, milli varlığını bu kadar heyecanla müdafaa etmemiş, hiçbir tarih kapanmamak yolunda bu kadar dirençli ve kararlı olmamıştır.'

Batılıların 'hasta adam' olarak ilan ettikleri ülkemiz, kurdukları masalarda aralarında bölüşülmeye başlanmıştı. Alman Genelkurmayı'nın komutasındaki ordumuz, daha ziyade Alman menfaatlerini korumak için sürüldüğü Sina'daki Kanal Cephesi'nde kahramanca savaşıp destan yazıyordu ama bir kere müttefikimiz bile bizden yana değildi.

'Bir derdim var, bin dermana değişmem'

Cihan Savaşı'nda ordularımız, Çanakkale'den Galiçya'ya, Kafkaslardan Kanal'a kadar 11 cephede destan yazdı. Ancak sonunda Limni Adası'nın Mondros Limanı'na demirlemiş, Agamemnon zırhlısında imzaladığı mütareke ile 1918 Ekim ayında Osmanlı teslim oldu. Ordularını terhis etti. Silahlarını teslim etti. Normal insanlar, artık hiçbir kurtuluş ümidi kalmadığı için perişandılar.

İngilizlerin Malta'ya sürdüğü vatanseverlerden İstanbul'un işgali esnasında yazdığı makale sebebiyle sürülmüş olan Süleyman Nazif, 'Bu şeb de cuşiş-i ydınla ağladım durdum/ Gel ey kerime-i tarih olan güzel yurdum' diye inliyor ve vatanının işgali sırasında asırlarca ekmeğimizi yemiş kimselerin eğlenceleri karşısında hissiyatını 'Ağyar ile sen geştü güzer eyle çemende/ Ben ağlayayım hasretinle künci mihende/ Ey her gülüşü aleme bir gülşeni hande/ Bir gün gelecek ağlayacaksın bana sen de' diye dile getiriyordu. (Şiirde hitap edilen sevgili, aziz vatandır. İşgal edilmiş ve işgalciler, İstanbul'da gezip eğlenmektedir. Ey sevgilim, ben senin hasretinle acı çektiğim işkencehanelerde ağlayayım. Bir tek tebessümü aleme bir gül bahçesi sevinci sunan güzel, bir gün gelecek sen de benim ardımdan ağlayacaksın.)

Atatürk'ün önemi

Padişah, Düvel-i Muazzama'ya karşı direnmekle bir şey yapılamayacağının bilincinde olduğu için müstevlilerin isteklerini daha onlar söylemeden anlar ve yerine getirirse ülkeyi bir bütün olarak koruyabileceği ümidiyle davranıyor, bu muhakemenin sonunda işgalci Yunan ordusunu kendi ordusu ilan ediyor, Kuva-yı Milliye'ye karşı cihat ilan ediyordu.

Mustafa Kemal Paşa, en yakın arkadaşları bile mağlubiyeti kabul etmişken bu şartlarda vatanı kurtarmaya soyundu. Ordu, asker, silah, teçhizat, cephane, para, yiyecek, lojistik destek, karayolu, demiryolu, hastane, hekim, hemşire yoktu. Tamamen cahil bırakılmış halk, salgın hastalıkların pençesinde açlıkla kıvranıyordu. Kaması sökülmüş toplar için Denizli'de sanatkarlar, gürgenden kama yaptılar, pencere demirlerinden süngüler imal edildi. Muhteşem siyasi manevralarla Rusya'dan, Hindistan'dan destek sağlandı. Demiryolcular mucize yarattı, telsizci kahramanlar haberleşme ağı kurdular. İnebolu'nun kahraman evlatları, İstanbullu vatanseverlerin soydukları depolardan toplanan silah ve cephaneleri teslim almak için şehri bombalayan İngilizlere teslim etmediler. İnebolu'nun yiğit kadınları, silahları mermiler ıslanmasın diye yavrularının kundaklarına sararak Ankara'ya taşıdılar.

'İmanı, aşkı olmayan yürek sinede yüktür'

Düşman, Polatlı'ya kadar gelmişti. Top sesleri, Ankara'dan duyuluyordu. İngilizler, Yunan tahkimatlarının tam donanımlı bir ordu tarafından bile aşılamayacağına dair rapor vermişlerdi. İşte o günlerde yazmıştı Mehmet Akif, İstiklal Marşı'nı. 'Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak' Hatıratında anlattığına göre, yıllar sonra damadı Ömer Rıza Doğrul, sorar o sıralarda ölüm döşeğinde olan Akif'e 'Efendim, siz kötümser bir insansınız. O gayrı müsait şartlarda İstiklal Marşı'nda dile getirdiğiniz zafere nasıl inandınız?' Akif, hasta yatağından başını kaldırır ve cevap verir: 'Başımızdaki adamı görseydin sen de inanırdın.'

'Yeis, ümitsizlik öyle bir bataklıktır ki boğulursun; ümide sarıl bak ne olursun' diyen de yine Mehmet Akif'tir.

Halaskar yani kurtaran lider Gazi'nin dahice hazırladığı harp planı, yiğit askerlerimizin iman kuvveti ile birleşir ve düşmanı mahveder. Bu zafer, tek adamın değil; topyekun bir milletin başkaldırma destanıdır. Viranelerde ne hazineler pinhan dedikleri gibi bu destan, hasta adamın şahlanış zaferinin öyküsüdür.

Bakmadan Geçme