Yazıklar olsun!

1980 yılında liseyi bitirdim. Gökçeada'da yatılı okuduğum için okul biter bitmez memlekete döndüm. Karneler, arkadan posta...

1980 yılında liseyi bitirdim. Gökçeada'da yatılı okuduğum için okul biter bitmez memlekete döndüm. Karneler, arkadan posta ile gönderilirdi. Biyoloji dersimin yıl sonu ortalaması, 10 üstünden 4.5 idi. Postadan karneyi aldığımda yürek çarpıntımı bir ben bilirim: Acaba biyoloji öğretmenim, bu ortalamayı 5'e çevirmiş miydi?

İlk yıl girdiğim üniversite sınavlarının sonucunu öğrenemeden babamın görev yaptığı Belçika'ya uçtuk. Sınav sonucunu Belçika'da öğrendik: Kazanamamıştım. Bilirsiniz veya okumuşsunuzdur, 1980 Eylül darbesi öncesi ülkenin durumu da pek iç açıcı değildi. Üç yıl sonra döndük. Döndükten sonra bir yıl da tarla bahçe işleri derken ben baktım olmayacak, yeniden üniversite sınavına gireyim dedim. O yıllar sınav sonuçlarını gazetelerin verdiği eklerden öğrenirdik.

Şimdi öyle mi ya! Nereden nereye…

Şimdi biri bir yerde yellense veya anırsa kokusu ve sesi, burnumuzun dibine kadar anında geliyor çünkü internet ve sosyal medya var.

Adam, oğlu veya kızının yaş gününü bile sosyal medyadan kutluyor örneğin… Mumlara üfürürken canlı yayın yapıyor.

Öküzün boynuzunda bulunan dünya, artık elimizdeki küçük cep telefonlarına kadar indi. Yakında kılık değiştirip gözlük şekline girecek. Her şeyi gözlükten izleyebileceğiz. Pandemi de ona doğru sürüklemiyor mu?

**

Habertürk Ankara Temsilcisi Muharrem Sarıkaya'nın muhabire tokat attığı anları sosyal medyadan siz de görmüşsünüzdür. Bilmeyenler veya görmeyenler için haberi aynen alıyorum: 'Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin ile röportaj yaptığı sırada Sarıkaya, İhlas Haber Ajansı Gaziantep Muhabiri Ahmet Demir'e telefonlarla uğraştığı ve bir kablo ile mikrofon bağlantısı kurmaya çalıştığı esnada sinirlenerek tokat attı. O anlarda Fatma Şahin'in ise şaşkın ve tepkisiz kaldığı görüldü. Sarıkaya ve Fatma Şahin muhabirden özür diledi, muhabir Ahmet Demir ise hukuki süreci başlatacağını duyurdu.'

Eğer biz bunları görmemiş olsaydık…

Emin olun ki o rezaleti ve utancı duymayacaktık bile…

Ben, hem Muharrem Sarıkaya'yı hem de belediye başkanı Fatma Şahin'i kendi hallerinde, efendi ve samimi bulurdum.

Bakanlık da yapan Sayın Fatma Şahin'in sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi anlatımına devam etmesi, açıkçası 'Yazıklar olsun' dememe neden oldu.

Sarıkaya'yı da efendi, sakin ve hoşgörülü biri sanırdım.

Meğer sorduğu soruların yanıtlarını bile dinlemiyor, sakin ve efendi bir rol Ankara temsilcisi rolü yapıyormuş…

Hiç kimseyi suçlamıyorum… Güçlüler zaten güçlü!

Hani Nazım Hikmet, Akrep Gibisin kardeşim şiirinde diyor ya! Düzyazı ile yazayım:

'Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve deta mağrur, koşarsın salhaneye. Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf. Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek eğer ve hl şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, -demeğe de dilim varmıyor ama- kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!'

Hani nerde gazeteci örgütleri! Hani nerde hakkını hukukuna arayan emekçi insan örneği?

Bir dönem Aşık İhsani vardı. (Şimdi yalaka sanatçılık var) Bir mektubunda şöyle diyordu:

'Açlığa ne ise ya soğuğa dayanamadık. Bir tabut götürüp yakacağım. Allah affetsin'

Ah o asgari ücrete zar zor bulunan iş güç kaygısı yok mu!

Yazıklar olsun…

Bakmadan Geçme