Yarılma!

Bilmem gerçek anlamını bilir misiniz? 'Su uyur, düşman uyumaz' derler. Su uyur mu! Burada bir gariplik...

Bilmem gerçek anlamını bilir misiniz? 'Su uyur, düşman uyumaz' derler. Su uyur mu! Burada bir gariplik yok mudur?

Aslına bakarsanız bu sözün gerçek anlamı, 'Asker uyur, düşman uyumaz' şeklindedir. Çünkü eski Türkçe'de 'sü-bay' asker beyi/başı demektir. Zamanla subay haline gelmiştir. Albay da 'alaybeyi' demektir.

Doğruyu söylemek gerekirse ben hl bu atasözünde kararsızımdır. Eğer atasözü eski Türkçe'ye kadar gidiyorsa, düşman da dilimize Farsça'dan geçmiştir. Eski Türkçe kökenli bir atasözünde Farsça bir kelime yer alabilir mi?

Bir de 'Dinime küfreden bari Müslüman olsa!' atasözü… Bence bu söz bir Türk ya da Müslüman atasözü olamaz. Olsa olsa, başka bir dinin mensuplarına olabilir. Anlamı da şöyle olabilir: 'Dinime küfrediyor ama Müslüman değil, yani o da bizden'

'Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz' atasözünün de anlam bakımından tartışmalı olduğunu duymuşsunuzdur. Kimi iddiacılar bu sözün 'Ane gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz' anlamında olduğunu iddia ederek, Ane (Ani) kelimesinin Bağdat yakınlarında bir yar adı olduğunu iddia ederler. Bu iddiaya göre yr 'sevgili' anlamında değil 'uçurum' anlamında kullanılmıştır.

Bu atasözünü araştıran bazı araştırmacılar da Bağdat yakınlarında böyle büyük bir uçurumun (yar) bulunmadığını söylerler…

Atasözleri, kelime uyumları dikkate alınarak yani kafiye yapılarak bugünlere unutulmadan gelmiştir. Bu atasözünde kafiye 'yar' ve 'diyar' kelimeleri arasında yapılmıştır.

Ben de diyorum ki madem bu söz Irak sınırları içinde ortaya çıktı ve kaynağı Arapça…

Ama yar da 'yar-mak' kökeninden gelen Türkçe bir sözcüktür. Nasıl olmuş da Türkçe kökenli bir sözcük Arapça kökenli bir atasözünün içine girmiştir?

**

Yazının burasında konuyu biraz değiştirelim.

Uyuşturucu illetini bilirsiniz. İllet kelimesini özellikle ve bilerek kullandım çünkü halk arasında böyle biliniyor. İllet, 'hastalık' demek.

Herkes bu illete karşı!

Emniyet karşı, jandarma karşı, partiler karşı, sivil toplum kuruluşları karşı, aileler karşı… Eğitim karşı… Yani bildiğimiz 'herkes' karşı. Hatta ara ara sokak ve caddelere pankartlar asarak ne kadar karşı olduğumuzu dost düşmana açıklıyoruz.

Hatta konuyla ilgili bakanımız, 'Uyuşturucu satıcısını okulların önünde gören polisimiz gereğini yapsın. Ayaklarını kırsın' bile demişti…

Şimdi soruyorum: 'Nasıl oluyor da herkesin karşı olduğu bir illeti bir türlü durduramıyoruz?'

**

Şimdi dönelim yine 'yar' kelimesine…

Kahraman Maraş merkezli büyük bir sarsıntı yaşadık. Son yüzyılın en büyük doğa felaketlerinden birini yaşadığımız söyleniyor ki ben de buna katılıyorum.

Fakat depremin niçin yaşandığı ve neden bu büyüklükte yıkımın yaşandığı konusunda herkesin birbirinden taban tabana zıt fikri var. ABD'nin yaptığını iddia eden bile var ama ortada sorumluluk duyan yok!

Öyle bir yarıldık ki bu yarılma daha ilk günden başladı. Artarak devam ediyor.

Halkımız yardımsever ama ne doğru dürüst koordinasyonu becerebildik ne de yardımı!

1999 Gölcük depremi milat ilan edilmiş ve dersimizi almıştık ama yeni bir miladımız oldu ve hiçbir ders almadığımız ortaya çıktı.

Peki 'Çözüm ne?' kardeşim diye soruyorsanız…

Bana göre ilk akla gelen çözüm kurumların başına işi bilen ve siyasetten uzak kimselerin getirilmesidir derim. Örneğin Kızılay'ın yönetimi iktidardan değil kurumun içinden olmalıdır. AKUT benzeri sivil toplum kuruluşlarının önü açılmalıdır. Koordinasyon merkezi olmalı ama bu pankartın üstüne başka pankart asarak yapılmamalıdır.

Yani çözüm var ve uygulanabilir…

Demokrasi, şeffaflık ve liyakat…

 

Bakmadan Geçme