“Yağmur nereye yağarsa!”

Son zamanlarda yeni bir tarz oluşmaya başladı. Önce bir konu seçilip ortaya birkaç cümle saçılıyor, ardından...

Son zamanlarda yeni bir tarz oluşmaya başladı. Önce bir konu seçilip ortaya birkaç cümle saçılıyor, ardından da gelen tepkilere göre tavır alınıyor. Eğer tepkiler, beklenen ya da istenilen düzeyde ise saçılan cümlelerin sayısı arttırılıyor. Yok eğer, özellikle e-sosyal medyada yoğun bir tepki ile karşılaştı ise 'Ben öyle demek istemedim de yanlış algılandı' da veya 'Cımbızlandı' falan filan…

Bir de örneğin Halil Sezai meselesi…

Bir kavgaya karışan ve kendinden epeyce büyük birini tartakladığı görülen Halil Sezai, politik kimlik sahibi biri değil. Böyle olunca da onunla ilgili olumlu veya olumsuz istediğiniz cümleleri sarf edebilirsiniz. Kimse sizi hakaretten gözaltına falan almaz…

Şahsen 'Bir parçasını mırıldan' deseniz inanın hiçbir şarkısını bilmem. Belki dinlesem 'Evet, bunu duymuşluğum var' diyebileceğim Halil Sezai adını sınavlarda kullandığım olur.

Bazen Tanzimat veya Servet-i Fünûn edebiyatı ile ilgili soruların yanıtları arasına Halil Sezai adını da yerleştiririm. İnanın, gençlerden birçoğu Halil Sezai adının bulunduğu şıkkı işaretlerler.

Hani Tevfik Fikret, Namık Kemal gibi iki isimli ya!

Arada bilmeyenlere bir hatırlatma yapayım: Eskiden Soyadı Kanunu yokken insanlar, baba veya amca/dede isimleri ile birlikte anılırlarmış. Soyadı Kanunu'ndan önce ünlenen yazarların adları da bu yüzden çift isimlidirler.

Örneğin Nazım Hikmet. Selanik doğumludur. Gerçek adı Mehmet Nazım'dır. Nazım dede adı, Hikmet de baba adıdır. Pek kullanmadığı Ran soyadı da 'Kızılı çağrıştırdığı için NAR'ın tersi' deseler de 19352te evlendiği karısı Piraye Hanım'ın soyadıdır.

Ben, aslında bu yazıda başka bir konu seçmiştim ama Halil Sezai'den Nazım Hikmet'e geldik…

'Akrep Gibisin' adlı şiirinin bir yerinde 'Koyun gibisin kardeşim / Gocuklu celep kaldırınca sopasını / Sürüye katılıverirsin hemen' der…

Şiirin sonunda da suçlayıcı ama affedici bir tavırla, 'Ve bu dünyada bu zulüm senin sayende sayende / Ve açsak yorgunsak al kan içindeysek eğer / Ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak / Kabahat senin kabahat senin kabahat senin / Demeye de dilim varmıyor ama / Kabahatin çoğu senin canım kardeşim' der.

Bir arkadaşın paylaşımında gördüm: 'Yağmur nereye yağarsa tarlasını oraya çeken insanlar'

'Fırtına dindiğinde geride kalanlara dikkat kesilmek gerekir' sözünü de çok önemsemiştim.

Örneğin savaş bittikten sonra ya da büyük bir iktidar kavgasının ardından… Veya uzun süren bir iktidarın devrilmesinden sonra…

Biliyorsunuz; Kenan Evren'i avuçlarının içini patlatırcasına alkışlayanlar, cenaze törenine bile katılmadılar. Daha yakınlardan örnekler veremeyeceğim çünkü o zaman birileri 'Hıııı!' diyebilir.

'Yağmur nereye yağarsa tarlasını oraya çeken insanlar'

Ne kadar güzel bir benzetme değil mi?

Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeniyim ama bir şu sanatlara, bir de şu divan şiiri ölçülerine hiç itibar etmedim. Etmediğim gibi öğrenciler soru getirdiğinde de 'Hangi sanat?' sorusu olmasın diye dua ettim. Vakit kazanmak için 'Sence hangi sanat?' diye karşı soru sorduğumda 'Hocam, tecahül-i arif yapmayın!' diyenler de oldu.

'Yağmur nereye yağarsa tarlasını oraya çeken insanlar'

Akıllı mı demeli, kurnaz mı demeli, yoksa çıkarcı mı demeli?

Salgın sürecinde en tartışılan sektörler arasında eğitim çalışanları ile din görevlileri oldu.

'Çalışmadan maaşlarını almaya devam ettiler' diyen çok oldu.

En çok 'alkış' alanlar ise sağlıkçılar ve doktorlar oldu. Alkış aldılar ama bence yeteri kadar desteklenmediler. Hatta bu ülkeye ne kazandırdığı tartışılan, bir aspirin yazma yetkisi bulunmayan bazı kimseler tarafından 'hain' bile ilan edildiler. Tarımın hayatın can damarı olduğunu gördük. Teknolojinin gelecek, sanayinin de ekonomi olduğunu anladık.

'Yağmur nereye yağarsa tarlasını oraya çeken insanlar'

Aklım takıldı bu cümleye; bir kitap bile yazılır…

Ben bir A4 sayfasında ne anlatabilirim ki!

Ama eğitim şart…

Bakmadan Geçme