ÖZÜMÜZ KÜLTÜRÜMÜZ

How do you do yattı da uyudu… Geçtiğimiz Aralık ayında Alanya'daydım. Yediğimiz içtiğimiz bizim, gördüklerim sizin...

How do you do; yattı da uyudu…

Geçtiğimiz Aralık ayında Alanya'daydım. Yediğimiz içtiğimiz bizim, gördüklerim sizin olsun diye bir tabir vardır, aynen öyle diyerek tecrübelerimi paylaşmak istiyorum. Aslında gündem çok yoğun. Almanya'ya da fena bozum olmuş durumdayım fakat siyasi mevzuyu bir diğer yazımda paylaşma sözü vererek asıl karın ağrımı anlatayım.

Alanya, Antalya'nın ilçesi lakin bir il misali gelişmiş büyümüş. Hatta Antalya'yı da pek çok konuda epey bir geride bırakmış durumdadır. Alanya'da gezerken temizliğine hayran kaldım. Lakin bu temizliğin asıl nedeni yabancıların oradaki varlığı, eh ne de olsa misafirperver bir milletiz. Kendimiz yer yatağında yatarız fakat yabancıya kendi döşeğimizi veririz. Biliyorum biz güzel değerlere sahip bir milletiz.

Alanya'da kendimi küçük bir Almanya, bir İngiltere ve Rusya'da gezermiş gibi hissettim. Çünkü hemen her dükkan market ya Almanca ya İngilizce ya da Rusça ile bezenmişti. Kaldığımız apart otelde komşularımız İsveç ve Almanya'dandı. Eşim Almanca, ben İngilizce ile derdimizi anlatmaya çalıştık. TV kanalları da aynı şekilde… Dolaşıyoruz, çok kozmopolit, değişik bireyler var. Gençlerden kapalı olanlar bile başlarında örtü, ayaklarında dapdar bir kot, yüzleri aşırı makyajlı ellerinde sigara gece vakitleri kulüplerde. Örtüyle maziye, diğer halleriyle dünyaya selam çakıyorlar. Kınamıyorum, olanı inceliyorum, anlamaya çalışıyorum.

Neredeyse hemen herkes İngilizce'yi anadili gibi kullanır olmuş. Bindiğim otobüste, takside aynı şeyler ile karşılaşınca gurbet, sıla, hasret kelimeleri hafızamda uçuştu. Bugün bir liseli genç, yabancı pop müzik denilince şakıyor ama temenna etmek, mamafih denilince anlamıyor. Tarih bölümü, Edebiyat bölümü bazı gençlerle sohbet edince şu ifadeyi çözemediler: ' Tıynetin na pak ise hayr umma sen germabeden önce tathir-i kalb et, sonra tathir-i beden…' ( kötü huylu pis karakterli bir kimse isen hamamdan bir hayır umma temizlenmek istiyorsan önce kalbini temizle sonra bedenini…) Halbuki gençler sular seller gibi İngilizce biliyorlar. Bilmesin demiyorum, gurur duyarım, ben de İngilizce'ye yatırım yaptım. İngilizce ile dünyaya açılıyoruz. Alanya da dünyaya açılan bir penceremizdir. Lakin kendi özümüzü, kültür dilimizi ıskalarsak halimiz nice olur diye düşünüyorum. Osmanlıca başlı başına bir dil değil fakat bizim atalarımız, büyüklerimiz mektuplarında konuşmalarında bize bıraktıkları eserlerde Arapça ve Farsça etkisinde kalmış bir öz Türkçe kullanmışlardır. Burada yanlış anlaşılmaktan da biraz imtina ediyor çekiniyorum çünkü Osmanlıca'yı savunmak sanki Osmanlı Devleti'nin yeniden yaşatılmasını istemek gibi anlaşılıyor. Osmanlı Devleti bizim geçmişimizdir. Hatalarıyla, günahlarıyla, sevaplarıyla yedi asır hükmetmişlerdir. Biz de onların torunuyuz. Rahmetli büyüklerimizden kalan bir kağıt parçasını büküp atar mısınız yoksa tozunu siler ahh hatıralar deyip saklar ve orada yazılanları anlamaya çabalar mısınız?

Ben böyle söylediğimde Atatürk'ümüzün dil devrimini hatırlatıyorlar. Ben Atatürk'e karşı biri değilim. Cumhuriyet Türkiye'sinin bir evladıyım. Ancak tarihi bir yerde, bir türbede, bir eserde eski yazıyı görünce onların okunamamasından bizarım, üzgünüm. Sanki bize bakıp ne olur beni okur musun der gibiler… Alanya'da kafelerdeki İngilizce metinleri okuyorum da atalarımdan yadigar kalan çeşme türbe camideki eski yazıları neden okuyamayayım ki! İbrahim Tatlıses'in dediği gibi ' Ben öksüz miyemmm'

Din, inanç, ideoloji neye bağlıysak hatta inançsızlık hiç önemli değil; çünkü benim bu yazıdan muradım, dilin kültürel dokusudur. Kültürel dokuya tarihsel gerçeklere toplumun hafızasına dil ile ulaşılır. Bakınız hepinizin severek okuduğu şair yazar kültür adamı rahmetli Atilla İlhan ne diyor: 'Osmanlı Türkçesi, Türklerin yüzyıllar boyunca geliştirdikleri bir lisandır. Arapça'dan da Farsça'dan da yararlanmış ama ikisi de olmamıştır. Yeni kuşak, Osmanlı Türkçesi'ni anlayabilmelidir ki gelecek ile geçmiş arasındaki köprü sağlam kurulabilsin'

Bir İngiliz, iki asır önceki İngilizce'yi okurken zorlanmıyor, peki biz bırakalım iki asır önceki Türkçeyi acaba yarım asır önceki eserleri okuyup anlayabiliyor muyuz? Bu hamur daha çok su götürür, söylenecek çok şey var lakin ferasetinize anlayışınıza hoşgörünüze güvenim sonsuzdur.

Ödemiş'imizde Hayrat Vakfı emektarlarına teşekkür etmek istiyorum. İdeoloji ve siyasi görüşlerimiz hiç önemli değil, ben onların yanına gidip kütüphanelerinden faydalandım. Beni her seferinde güler yüzle karşıladılar; kitaplarını ücretsiz gönüllü olarak paylaştılar. Hiçbir ücret teklif etmeden Osmanlıca, hat sanatı ve Kuran-ı Kerim öğretiyorlar. Dediğim gibi menzile varış yollarımız farklı olabilir ama biz etle tırnağız. Kardeş kardeşten ayrılır mı, ayrılamaz. Biz aynı mazinin atiye geleceğe farklı bakan çocuklarıyız. Ödemiş Hayrat Vakfı'na yürekten sonsuz teşekkürler… Sözlerimi, gözlerini kaybettiği halde okumaktan vazgeçmeyen ünlü felsefecimiz sosyolog toplumbilimcimiz rahmetli Cemil Meriç'in sözü ile tamam eyleyeyim: 'Kamus yani bir milletin ortak hafızası, kültür dili o milletin namusudur…' Vesselam…

Bakmadan Geçme