Hem nalına hem mıhına!

Eski beylerin, eski hanımların hikayesini, onların zarafetini, beyefendiliklerini konu edinen her şeye kıymet veriyorum. Eh, bendeniz...

Eski beylerin, eski hanımların hikayesini, onların zarafetini, beyefendiliklerini konu edinen her şeye kıymet veriyorum. Eh, bendeniz de genç değilim. 41 yaşımdayım. Yıllandıkça demleniyoruz. Eski zamanları her geçen gün arıyorum. Belki aradığım, çıkarsız içsel sevgi ve gösterişsiz nezaket. Çok ararsın mı diyorsun? İçini karartma, umutsuz olma lütfen.

O dönemdeki erlerin ve hatunların kullanmış oldukları lisana da ayrıca hürmetim var. Başlı başına bir dil olduğunu elbette söyleyemeyiz ancak bir dönemin medeniyetinde kullanılmış kültür mirasıdır Osmanlıca.

Osmanlıca ile tanışıklığım, tarihle ve mistik öğretilerle ilgilendiğim zaman diliminde oldu. Öğrendikçe kelimelerin yüzeyselliğinden arınıp derinlerdeki anlamına nail olabildim. Osmanlıca ile geleneklerimi, unutulup giden mezar taşlarını, okul eğitimim sırasında öğretilmeyen nice değerleri öğrendim. Tarihe daha farklı bakış açısıyla bakma yürekliliğini kazandım diyebilirim. Öğrendikçe yenilendim. Bakış açılarım değişti. Halen daha öğreniyorum. Eski harflerdeki ahengi, sır tutar gibi kendini saklamanın, edebin tedrisatının farkına vardıkça daha çok bağlandım. Tılsımlı taşlar gibi kelimeler. Beni büyülüyor. Bir anlamda terapi, şifa…

Risale-i Nur külliyatını çalışmak için Adıyaman'ın Kahta ilçesi Menzil köyünde bulundum. Kürt Said, Said-i Nursi'nin rahle-i eğitiminden geçen pek çok Kürt ile aynı sofrada yemek yedik, birlikte tercümeler yaptık. Lisan ile hayat tarzı arasında var olan ama dillendirilemeyen bir ilişki var. Neden mi böyle diyorum? Çünkü bu çalışmaları yaparken kimi zaman çarşaf giydim, peçe takıp oralarda dolaştım. Toplumu kucaklamak, evde oturmakla olmuyor. Öğrenmek için cesaret ve fedakarlık gerekiyor. Yazılarımdan muradım, kalbinize dokunmak. Yaşadıklarımın size de sirayet etmesi niyazındayım. Sirayet etmek yani bulaşmak, intikal etmek, karşı tarafa yansıması … Aşk ile yazıyorum. Biliyorum ki;

İnsanı insan eyleyen, insan-ı kamil eden, üç harf ile beş noktaymış. 'Üç harf, beş nokta da ne demek acaba?' diye sorabilirsiniz. Eski dilde ayn, şın ve kaf harfleri… Beş nokta nedir? Şın'daki üç, Kaf'taki iki nokta, karşımızda harika bir kelime: AŞK!

'Sebep sensin gönülde ihtilale, sürüklersin beni sonsuz melale!' İhtilal malum devrim, melal ise derince duyulan hüzün… Aşk ve hüzün; eski dilde muhteşem bir sesleniş var. Aşkı haykırırken bile bir pinhan oluş , saklanış bilmecesi. Ayan olmaktan korkarcasına kaçmanın anlamı ne? Pinhan yani gizlilik! Aşkı gönüldeki ihtilale benzetiyor, ihtilal ile ihtilam aynı olur mu? Kelime deyip geçmeyiniz. İfadedeki tadı, lezzeti bu eski harflere borçluyuz. Şezlongda dinlenirken Osmanlıca metinler okuyorum. Bazıları, 'Kuran-ı Kerim mi okuyorsun?' diyorlar, ne olduğunu anlatıyorum. Merak edenler oluyor. Kuran-ı Kerim'i de okurum. Oradaki seslenişler, biraz daha farklı. Özellikle Nas Suresi'ni Arapça'dan kendiniz duyacağınız sesle okuyun lütfen, harflerin çıkardığı sesler ile anlam bütünlüğü arasındaki uyuma dikkat edin olur mu?

'Aşkımmm', 'Minnoşumm', 'Yatcaz kalkcaz hoooop ordayım', 'Dellenmelerdeyim', 'Hadi bize babay' da demek kadar efendim, 'Ezelden şinnım ben, beraber ahde bağlandık, gel ey canan gel, ey can kalmasın ferdaya didarın, bak zatınıza olan hasret yangınından nasıl bir tarumardayım' denilse daha naif olmaz mı?

Harfler, kelimeler toplumun kültüründen münezzeh değil. Osmanlıca ile musikinin yaşam tarzının bile ne kadar sıra dışı olduğunun farkında olabilmek, eski eserlere aşina olmakla alakalıdır. Tıpkı kalbe dokunmak gibi. Kaç kişiye nasip olur? Böylesi bir tarihi sevdayı, kalbi aşkı kaç kişi yaşar?

Geçen haberleri dinlerken spiker, 'Öldü' kelimesini kullandı. Tuz ve baharatı olmayan, demlenmeyen yemek misali kelime yavan kaldı. Oysa aynı seslenişi, 'Teslim-i ruh eyledi', 'Mevta' diyerek belirtseydi, mimikleriyle vurgusuyla olayı yaşasaydı diye oturduğum yerde debelendim. Onun da suçu değil.

Bu toplumun kültür DNA'sı dediğimiz yapı taşları ile oynandı. Fanatik laik isen hiştt sakin ol bakalım. Derinden bir nefeslen, lütfen. Burnuna mandalı tak. Koskoca bir medeniyetten bahsediyoruz. Feraseti, basireti, engin hoşgörüsü, inançları ile devasa bir kültürün beylerinin, hanımlarının edebini, edebiyatını anlatmaya çabalıyorum. Öte yandan iyi niyetle yapıcı olarak da özeleştiride bulunuyorum: Eksileri, artıları ile dünyaya hükümran olmuş Devlet-i Aliye, sütten çıkmış ak kaşık mı? Şimdide sakinlik sırası fanatik antilaiklerde olsun.

Her şey göründüğü gibi değil… Hatalar, tek taraflı olmuyor. Osmanlıca bir medeniyet idi ancak allame-i cihan da değildik.

Bireylerin ıstırapları, aşkları gibi toplumların da sevdaları ve sızıları var. Bireyler, nasıl kamil oluyorsa toplumlar da öyle… 'Harf devrimi ile bir gecede kültür mirasımızı yerle yeksan ettiler' diye sitem edersem hakikatli olur muyum? Uzlaşı en güzeli… Atatürk'ü de severim Hazret-i Muhammed'i de, birini diğeri ile kıyaslamam. Her ikisi de geldiyse, bize miras bıraktıysa muhakkak ki ihtiyaca binaendir, tesadüf değildir.

Var mısın cesareti toplayıp hem laik hem dindar, hem modern hem eski kafa olmaya… Hem Osmanlıcaya hem Türkçeye sahip çıkmaya, kültürler arasında gönül Kabe'sini ziyaret etmeye…

Ne dersin, 'Hem nalına hem mıhına' diyelim mi canım sevgili okur?

Bakmadan Geçme