Haydan Gelen

Sevdiğim bir halk deyişi, pek çoğumuz kullanırız ama anlamının gerektirdiğini ne ölçüde yerine getiririz bilmem: 'Haydan...

Sevdiğim bir halk deyişi, pek çoğumuz kullanırız ama anlamının gerektirdiğini ne ölçüde yerine getiririz bilmem: 'Haydan gelen huya gider!'

Yeryüzünde hay ya da huy kenti var mı, bu da ayrı bir soru ya, neyse bunu pas geçelim. Çünkü akla ünlü Yemen türküsünü çağrıştırıyor. Yemen'e askere giden askerlerimiz, Huş kentinden evlerine dönemediği için bu yanık ve yürekleri dağlayan türkü yakılmış. Ben de ilk görev yerim Muş olduğundan türküde geçen Huş'u Muş diye biliyordum. Çünkü türküde geçen 'Burası Huş'tur, yolu yokuştur' dizesi, ister istemez Muş'un da kent merkezine giden yolu yokuş yukarı olduğundan şaşırtmıştı beni. Yıllar sonra doğruyu öğrenebildik. Ancak şu TRT denen kurum, bizim ünlü türkümüz 'Birgi'nin Kavakları'nı hl İzmir'in Kavakları diye okutuyor ya, en çok da buna bozuluyorum.

Hay huy deyip geçmemek gerek; insanı hiç bilmediği bir orman yoluna saptırıveriyor. Labirent gibi, geriye işaret fişeği de bırakmadıysan vay başına geleni!

Günümüzde ne çok şans oyunu var; bu oyunların sınırlı sayıda kazananı olsa da en büyük kazananı yine devlet. O az sayıda kazananların zaman zaman gazetelere yansıyan öykülerini okuduğumuzda alın teriyle edinilmeyen hiçbir şeyin değerinin anlaşılmadığını görüyoruz.

Yıl 1974. Muş Lisesi'nde sosyal bilgiler öğretmeni olarak çalışıyorum. Öğretmenliğimin ilk yılı. Annem yanımda. Öğrencim Zafer Ağaoğlu'nun ailesi ile çok iyi görüşüyoruz. Bir gün Zafer, babasının okuduğu Tercüman Gazetesi'nin İnci ekinin 'İlk Beş Anketi' adlı bir kupürünü getirdi. 'Hocam, bunu doldurup gönderin, gönderenler arasında yapılacak çekilişle üç kişiye televizyon, beş kişiye de radyo veriyorlarmış,' dedi. O yıl en beğenilen şarkı, türkü vb. dallarda başarılı isimleri doldurup zarfladım. Anneme postalaması için verdim. O yıl posta ücreti 1 liraydı. Gönderip göndermediğini de sormadım.

Öğretim yılı sonuydu. Haziran sınavları yapılıyordu. O gün bizim dersin sınavını yaptık; okul müdürünün odasında sonuçları bağlamaya çalışıyorduk. Bir ara kapı, birkaç kez sertçe vuruldu. Kapıya ben yakınmışım ki, gidip kapıyı açtım. Açar açmaz kapıda üç genç öğrenci, sanırım biri Zafer olacaktı, elinde gazeteyi tutan. Üçü birden: 'Müjde hocam müjde!!! Size televizyon çıktı…'

Önce inanmadım. Öyle ya, 'Bu televizyonu kazanmak için ne yapmışım?' diye düşündüm. Zarfı annem postaladığı, aradan üç ay gibi bir süre geçtiğinden olsa gerek çoktan unutmuşum. Çocuklar, gazetenin ana sayfasının sağ üst köşesinde kutu içine alınmış isimleri gösterince inanmak zorunda kaldım. İlk sırada adım vardı. Torbadan ilk çıkan ben olmuşum. Muş'a atanırken bu kez torbadan görev yerimi ben çekmiştim. Hayatımız torba sanki!

Televizyon, o yıllarda henüz siyah-beyaz. Kazandığım televizyonsa Beko, 67 ekran. Teslim almak üzere ilk kez İstanbul'a gittim. Eniştem Hüseyin Topal'la evli Hacer ablam henüz hayatta. Televizyonun piyasa fiyatı 5000 lira. Maaşımın beş katı pahalı. Depodan teslim aldım. Hamala eniştemin dükknına taşıtmak için 60 lira verdim. Doğrusu çok iyi para. Ne de olsa televizyon bedava! Televizyon sayesinde uzun zamandır görmediğim ablamı gördüğüme daha çok seviniyorum. Çünkü o yılın sonunda ablam hayata veda etti. Sevinçle hüzün bir arada. Televizyon bana çıkmasaydı, sevdiğim ablamı nasıl görecektim?

Televizyonu İncirliova'ya getirdim. Mahallenin ilk televizyonu bizim evde ama onu izleyecek ne çanak anten, ne bir başka aparat var. Çaresiz, izleyemeden Muş'a dönüyorum.

İki yıl sonra evlendiğimizde bu kez televizyon bizimle birlikte Eskişehir'in Kayakent beldesine taşınıyor. Ancak burada televizyon arızalanıyor. 150 km. uzaktaki şehre televizyon nasıl gider ki? Hiç anlamadığım halde arka kapağını açıp kurcalıyorum. Sonuç hüsran.

Gel zaman git zaman sevgili Beko'muz, Ödemiş evimize arz-ı endam eyliyor. Komşumuz, televizyon tamircisi. Ona teslim ediyoruz. Aradan altı ay geçiyor. Bizimkinde tık yok. Sorduğumuzda 'Yenilenmesi gereken parça, Beko fabrikası yandığı için bulunamıyor' diye yanıt alıyoruz. Bu sürede televizyon gereksinmesi, her geçen gün arttığından canımız sıkılıyor. Sonunda çözümü 37 ekran siyah beyaz ekran televizyonu satın alarak buluyoruz. Nostalji amaçlı bu televizyon, halen evimizin bir köşesinde sessizliğini koruyor.

Peki o 67'lik Beko'ya ne mi oldu? Elbette atalarımızın dediği gibi 'Haydan geldi, huya gitti.' Biliyorum sıkıldınız belki ama ben alın teriyle ıslanmış bir atleti bedava kazanılmış ipek gömleğe değişmem!

Bakmadan Geçme